10 Haziran 2014 Salı

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ-2

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ-2
Ahmet YALVAÇ
Sevgili Okuyucular, bu gün Cumhurbaşkanlığı konusuna gelişen yeni olayların da ışığı altında, kaldığımız yerden devam edeceğiz
Konunun bir bütünlük oluşturması açısından, ilk yazıyı okumamış olanların, öncelikle okumalarını öneririm
TAYYİP ERDOĞAN CUMHURBAŞKANLINA ADAY OLDUĞUNU HALA NİYE AÇIKLAMADI?...
Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN’ın Cumhurbaşkanı olmayı çok istediğini biliyoruz
Kendisi böyle bir hususu resmen söylemedi ama, başta Başbakan Yardımcılarından Sayın Mehmet Ali ŞAHİN olmak üzere bazı yetkili kişiler, AKP’nin adayının Başbakan ERDOĞAN olduğu, ya da olması gerektiği anlamına gelen beyanatlarda bulundular
Aslında Sayın ERDOĞAN’ın yapmak istediği bir şeyi, önce yardımcıları aracılığı ile, bir şekilde Halka duyurmak istediğini, bir yöntem olarak kullandığı da, bilinen bir husus.
Bu itibarla Sayın ERDOĞAN’ın Cumhurbaşkanlığına aday olmak istediği kesin.
Ama bu güne kadar hala adaylığını açıklamamış olmasını; işlerin iyi gitmediği, ya da şartların oluşmadığı şeklinde de yorumlamak mümkün
Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN, biz Adayımızı Mayıs ayının sonunda açıklarız diyordu ama, sonradan süreyi biraz uzatıp, Haziran ayının ortasında açıklayacağını söyledi. Bazıları ise, sürenin sonunda; 3 Temmuz’da açıklayacağını belirtiyorlar
İşi başka yönden şöyle de düşünmek mümkün:
Sayın ERDOĞAN, önce Muhalefetin, yani CHP ve MHP’nin adayının kim olduğunu öncelikle bilmek istiyor ve buna göre bir ayarlama yapacak
Eğer karşısına korktuğu, çekindiği ve kazanması muhtemel bir aday çıkarsa, o zaman kendisinin adaylıktan vazgeçmesi de söz konusu
Böylesi bir durumda belli ki, bir başkasını aday gösterecek.
Belli k Sayın ERDOĞANi işi tesadüfe bırakmak istemiyor. .Zira bir aksilik olup da, seçilemeyecek olursa, siyaseten sıfırlanacağını, her şeyi kaybedeceğini biliyor.
Sayın Başbakan’ın sıkça anketler yaptırdığı da bilinen bir husus
Deniliyor ki, son yapılan 3 ayrı ankette de düşüşün devam ettiği, oy oranının 30 Mart yerel seçimlerinden de daha aşağılarda olduğu söyleniyor. % 41 gibi
Sayın ERDOĞAN’ı ürküten, korkutan husus bu olmalı…
Ama ben şahsen düşüşün devam edeceğini ve Sayın ERDOĞAN’ın adaylıktan vazgeçeceğini düşünüyorum…
Oy düşüşünde Soma’da yaşanan maden kazasının etkin olduğu söyleniyor
EĞER MUHALEFETİN ÇATI ADAYI DENİZ BAYKAL OLURSA…
 Muhalefetin çıkaracağı adayın sadece dürüst, bilgili, iyi eğitimli, vatansever olması da, yeterli değil…
Ayrıca feleğin çemberinden geçmiş olması, mücadele yeteneğinin olması da gerekli
Bu nitelik de göz önünde bulundurulduğunda; Başbakan Tayyip ERDOĞAN ile baş edebilecek yegane kişi; CHP’nin eski lideri Sayın Deniz BAYKAL, en uygun adaydır…
Ben Sayın Deniz BAYKAL ile Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN’nın gazeteci Uğur DÜNDAR yönetiminde kaç yıl öncesinde televizyondaki tartışmalarını, sonuna kadar izlemiştim
Sayın ERDOĞAN, BAYKAL’ın karşısında çok yetersiz kaldı…
Sonra Sayın Deniz BAYKAL’ın Türkiye’nin her yerinde şahsi oyu var
Eğer böyle bir karar alınırsa, CHP ve MHP’nin zaman kaybetmeden işe koyulmaları, kendi parti teşkilatlarını böyle bir hedefe göre yönlendirmeleri ve böyle bir hususun gerekçelerini de, halkımıza anlatmaya başlamaları gerekir…
Mesele Türkiye’nin içinde bulunduğu zor durum ise ;vatanın ve milletin birlik ve bütünlüğü söz konusu ise ,CHP ve MHP’’nin dışındaki partilere mensup olan aklı selim vatandaşlarımızdan da, Sayın BAYKAL’a oy gelecektir.
Böyle birisi ile işe başlamak, Tayyip ERDOĞAN karşısında başarı şansını artırır
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ AKP’NİN OYLARI NEDEN DÜŞÜŞ DE?...
1-SOMA’DA YAŞANAN MADEN KAZASI, ,AKP VE BAŞBAKAN ERDOĞAN İÇİN, BİR KIRILMA NOKTASI OLDU…
SOMA’da yaşanan maden kazası, 17 Aralık 2013 tarihinden bu yana, Türkiye’nin gündemini meşgul eden yolsuzluk ve rüşvet olaylarının, Devlet mekanizmasında nasıl işlediğinin, işleyebileceğinin de, ip uçlarını vermesi açısından çok önemli
Eğer SOMA’da böyle bir maden kazası yaşanmamış olsaydı, bizler bu gibi önemli ipuçlarını bilmiyor olurduk
Bu hususu birkaç yönden tahlil etmek lazım
Birinci husus; Soma’daki kömür ocaklarının özelleştirilme şekli ve Soma AŞ’ye nasıl verildiği ile ilgili…
Saf ve işin aslını bilmeyen vatandaşlarımıza, yapılan özelleştirmelerin gerekçeleri şöyle anlatılıyor:
Devlet yönetiminde yapı hantal, verim düşük ve maliyetler daha pahalı…
Ama Soma’daki maden kazasından sonra görüldü ve anlaşıldı ki, kömür ocağının sahibi hala, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı,
Basına da yansıyan bilgilere göre; SOMA AŞ’ye iş, hizmet alımı şeklinde ve ihalesiz verilmiş
Ve en önemlisi de; rödövans usulü ile, yani SOMA AŞ’nin çıkarttığı tüm kömürleri almak garantisi ile….
Yani Şirket ne kadar çok kömür çıkartırsa, o kadar çok para kazanacak…
Peki, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı SOMA AŞ’den satın aldığı kömürleri ne yapıyor?
Sosyal yardım kapsamında, sözde ihtiyaç sahiplerine bedava dağıtıyor ve karşılığında vatandaşın oyunu alıyor…
Ve dolayısı ile bu kömür işinden karlı çıkan diğer taraf kim?
AKP Hükümeti…
Ne kadar çok kömür, o kadar bedavadan oy…
Sonuçta kömür işinden  hem Şirket, hem de AKP çok karlı…
Peki bu işten zararlı olan kim?...
Devlet’in Hazine’si,
Ve milyarlarlarca TL tutarında parasal yük….
Dolayısı ile, böyle bir özelleştirme olmaz, olmasına da gerek yok… .
Devlet sanki kömür satışı üzerinden para mı kazanıyor?..
.Demek istediğim husus şu dur:
Böylesine karlı, böylesine ballı işleri, herkes almak ister ama, vermezler…
Ve böylesine yanlış işler de, genelde bir menfaat ve bir karşılık olmadan uygulamaya konmaz, yapılmaz…
Bakınız Prof Doktor Abdüllatif ŞENER, yakın bir zamanda Halk TV’de özelleştirmelerle ilgili çok önemli şeyler söyledi, Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN’la hangi nedenlerden dolayı ters düşüp, istifa ettiğini de açıkladı.
Bilindiği üzere Sayın Abdüllatif ŞENER, aynı zamanda, AKP’nin de kurucularından ve Sayın Başbakan’ın da yardımcılarından biri idi.
Sayın Abdüllatif ŞENER, o zaman özelleştirmelerden sorumlu Başbakan Yardımcısı imiş.
Ve Sayın ERDOĞAN’ın ihalelere özel ilgisi ve de müdahalesinden rahatsızlık duyup, görevinden ayrılmış ve sonuç da, AKP’den de istifa etmek gereğini duymuş…
Şimdi tekrar SOMA’daki maden kazasına dönüyorum:
Söylenildiğine göre: taşeron şirket SOMA AŞ’de Devlet’i temsilen de birileri varmış,
Taanzım edilen raporlarda, Devlet’in iş müfettişleri kömür ocaklarında gerekli kontrol ve incelemeleri yapmışlar,çalışmaya engel bir durum tespit edememişler ama,madenciler bu kontrol işinin iyi yapılmadığını,işin geçiştirildiğini söylüyorlar…
Bu noktada Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner YILDIZ ile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk ÇELİK’in hukuki sorumlulukları ve ihmallerinin olduğu anlaşılıyor
Bu hususu şöyle de özetlemek mümkün:
Üretim maiyetnin düşürülmesi, üretim faaliyetlerinin sürekliliği gibi konularda SOMA AŞ’’ye mümkün olduğu kadar yardımcı olunduğu, zorluk çıkarmak istenmediği, başka bir anlatımla SOMA  AŞ’nin korunup, kollanmak istendiği izlenimi ortaya çıkıyor…
Sorumluluk konusunda her iki Bakan birbirlerini suçluyor ve özellikle Faruk ÇELİK, Taner YILDIZ’ı sorumlu görüyor
Mevcut durum böyle olunca, yapılan anlaşma da öylesine karlı,öylesine ballı olunca, SOMA AŞ’nin sahibi de, maliyetleri düşürmek amacı ile, zor ve pahalı önlemlerden imtina ediyor, yaşamsal teçhizat ve donanımları almıyor, yaşam odalarını kurmuyor, düşük ücretle işçileri çalıştırıyor ve cebini doldurmaya gayret ediyor.
Hatta deniliyor ki, vardiya değişimleri kömür ocaklarında kazma teslimi şeklinde yapılıyormuş,…
Birde erken çıkışları, ya da kaçamakları önlemek açısından maden çıkış kapıları kilitleniyor muş…
Deniliyor ki, madende yangın başladıktan sonra, ortamdaki karbon monoksit CO, olması gereken oranın çok üstüne çıktığı, algılayıcıların sinyal vermesine rağmen, işe ara verilmediği, kapıların çok sonra açıldığı, toplu ölümlerin de, bu yüzden yaşandığı özellikle vurgulanıyor…
Hatta ölen madencilerin gerçek rakamın 301’den çok daha yüksek olduğu, ama bunun gizlendiği belirtilerek, şöyle devam ediliyor:
Ocak da kaçak çalışanlar, ya da Suriyeliler de varmış,
Afet Acil Yardım ve Kurtarma Ekibi AFAT elemanlarına kayıtlı işçileri çıkarın, ya da kurtarın gibi talimatlar verilmiş…
Bu itibarla maden ocağında çıkarılmayan çok sayı da ceset olduğu, çıkarılmış olan cesetlerden bazılarının da, sahibinin çıkmamış olması, bu konuda ortaya konan iddiaları güçlendiriyor…
Bu gibi bilgileri çoğu televizyon kanalları, özellikle de HALK TV canlı yayınındı.
Ayrıca HALK TV’de, Uğur DÜNDAR yönetiminde yapılan HALK Arenası programında, benzer konular ve iddialar, çoğu madenci  tarafından da dile getirildi.
 Ve bizler anlatılanları izlerken, tüylerimiz diken diken oldu…
Şimdi SOMA’da kömür çıkarma işinin Taşeron şirkete nasıl verildiğini ve kazanın vahametini bir tarafa bırakıp, kaza sonrasında SOMA’ya gelen Başbakan’ın ziyareti ve bu ziyaret esnasında yaşananlar konusunda bir şeyler söylemek istiyorum
Sayın Başbakan’ın böylesi bir felaketin yaşandığı bir yere gelmiş olması; yapılması gereken doğru ve zamanında yapılmış bir görev…
Ama Sayın Başbakan, buraya kadar vurgulamaya çalıştığım üzere, böylesine bir felaketin yaşandığı bir yere geldiğini, kurtulan madencilerin yaşadıklarını, yakınlarını kaybeden madenci ve Somalıların acılarını, öfkelerini göz önünde bulundurmadığı anlaşılıyor,
Daha doğusu Sayın Başbakan, bir taziye yerine geldiğini, unutmuş gibi görünüyor,
Ve öyle anlaşılıyor ki, böylesi bir durumda da, Sayın Başbakan kendisine saygı ve sevgi gösterilmesini bekliyor Zaten yanlış olan da, bu!…
 Nihayetinde toplanan Kalabalık, Hükümet istifa, Başbakan istifa gibi sloganlar ile,, Sayın ERDOĞAN’ı protesto etmeye başlıyor…
İşte yaşanan nahoş hadiseler, bundan sonrasında başlıyor…
Eğer Sayın Başbakan yapılan protestoyu olgunlukla karşılasa, onları teskin edici ve güzel birkaç söz söylese, muhtemelen bir şey olmayacaktı…
Ama güvenlik güçlerinden 2 jandarma, protestoculardan birini etkisiz hale getirdiğinde,, orada bulunan Başbakan’ın danışmanı Yusuf YERKEL tarafından, protestocu vatandaşımız yerde iken tekmeleniyor…
Böylesi bir hareket yanlış ve de yersiz…
Tabi ki böylesi bir hareket, başka olayları tetikliyor…
Başbakan’ın korumaları ciddi olarak görmüş olmalılar ki, Sayın ERDOĞAN’ı yakında bulunan bir markete sokuyorlar…
Sayın Başbakan markette, kendisini protesto edenlerden birinin markete girdiğini görüyor ve yumrukluyor
Yaşananları cep telefonu ile görüntülemeye çalışan kasiyer bayanı da, tokatlıyor…
Bu gibi nahoş hadiselerin görüntüleri, detayları çoğu gazete ve televizyonlarda yayınlandı
Saklanacak, inkar edilecek bir şey yok…
Protestolar devam edince, ya da SOMA geneline yayılınca, bu defasında da güvenlik güçleri, Halka tomalardan basınçlı su sıkmaya başlıyorlar,  biber gazı kullanıyorlar…
Acılı ve son derece gergin olan vatandaşlarımıza böylesine şiddet uygulanması, doğru bir davranış da değil, doğru bir yöntem de değil…
Ve diyorum ki, keşke bu manzaralar yaşanmamış olsaydı!?.
Bizim Halkımız, mazlumlara karşı güç ve kuvvet uygulanmasında, onlara zarar verilmesi konusunda, son derece hassastır.
Eğer Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN, Cumhurbaşkanlığına aday olursa, SOMA’da yaşananların, siyasi bir karşılığı mutlaka olacaktır.
2-1 HAZİRAN’DA YENİLENEN YEREL SEÇİMLER…
1 Haziran’da yenilenen AĞRI ve YALOVA gibi 2 ilimizde yenilenen Belediye Başkanlığı seçimlerini, BDP ve CHP kazandı.
Ağrı’da CHP’li seçmenlerin bu defasında BDP’ye oy verdikleri,
YALOVA’da ise, İşci Partisi, Osman PAMUKOĞLU’nun partisi HEPAR’’lı seçmenler ile, DP ve MHP’li çoğu seçmenin CHP’yi destekledikleri biliniyor
Hatta çoğu BDP’li seçmenlerin bile oylarını CHP’nin adayına kullandıkları belirtilmektedir.
Böylesi bir sonuç, AKP’ye karşı, müşterek bir cephenin oluşturulması ve bir güç birliği neticesinde alınmıştır…
AKP, bu iki ilimizde seçimi alabilmek amacı ile,iktşdar olmanın bütün imkanlarını kullanmı, ama muvaffak olamamıştır.
Zaten 30 Mart’taki seçimde AĞRI’yı BDP, YALOVA’yı da CHP’’nin adayı kazanmıştı
1 Haziran’da yenilenen seçimlerde, güç birliği ile aradaki fark,  daha da açıldı
Bu yerleşim yerlerinin dışında,9 beldede yenilenen seçimlerden 5ini muhalefet partileri, 5ini ise AKP kazandı.
Demek istediğim husus şudur:
Adalet ve Kalkınma Partisi AKP’nin oyları, her geçen gün azalmaktadır
Bunun nedenini; hak ve adaletten ayrılmak, Halk ile zıtlaşmak ve onunla bilek güreşine yeltenmek olarak da özetleyebiliriz.
3-GÜNEYDOĞU BÖLGEMİZ PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN KONTROLUNA GİRMİŞTİR

Bu fiili durumu aslında şöyle özetlemek, daha uygundur:
Güneydoğu bölgemiz, Hükümet tarafından PKK Terör Örgütü’nün yönetimine terkedilmiştir
Tabi ki Türkiye Büyük Millet Meclisi TBMM tarafından bu yönde alınmış bir karar, elbette söz konusu değildir ve olamazda;
İktidardaki AKP Hükümeti’nin Meclis’in bilgisi dışında, PKK örgütü ile yapılan gizli pazarlıklar sonucunda, alınan kararlar doğrultusunda gelinen bir nokta olarak da düşünülebilir.
PKK terör örgütü ile yapılan gizli görüşmeler, Türkiye’nin bölünüp parçalanmasına yönelik girişimlerdir. Arkasında Amerika Birleşik Devletleri ABD ve İsrail gibi bazı yabancı devletlerin bulunduğu da biliniyor
Ama değişen dünya şartları nedeni ile, Başta Amerika Birleşik Devletleri ABD ile, İsrail gibi dış güçlerin PKK’ya desteklerinin ne kadar devam ettiğini, tam olarak da bilemiyoruz.
Ve Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN’ın fevri hareketleri ve hoşa gitmeyen siyaset anlayışından dolayı, aynı Dış Güçler ile Sayın ERDOĞAN arasındaki ilşkiler artık, eskisi gibi de değildir.
Onu gözden çıkardıkları, defterden sildikleri de söylenebilir. 
Mevcut durum böyle olsa da, anlaşılan odur ki, Sayın ERDOĞAN, PKK’ya verdiği sözlerden cayamıyor,
Bu konuda yapılan işlerin mevcut Anayasamıza göre suç teşkil ettiğini de bildiğinden, çareyi Cumhurbaşkanı olmak da görüyor.
Ama diğer yandan PKK, Sayın ERDOĞAN’ın zorda olmasından istifade edip, kendi amaçlarının gerçekleşmesi konusunda hamle yapmak istiyor…
İşte meselenin özü budur.
PKK terör örgütü mensupları, Güneydoğu bölgemizde yol kesip, kimlik kontrolü yapıyor, asker ve sivil vatandaşlarımızı kaçırıyor. Ama güvenlik güçlerimize, aman çözüm süreci bozulmasın gibi gerekçeler ile, müdahale etmelerine müsaade edilmiyor…
PKK militanları, başta Diyarbakır işimiz olmak üzere, bazı yerleşim yerlerinin diğer il ve ilçelerle irtibatını kesmek, vatandaşlarımızın seyahat hürriyetini engellemek maksadı ile, ana yolları taşlar ve başka malzemelerle de oluşturdukları barıkatlar ile kapatıyorlar,hatta asfalt yolda derin ve geniş hendekler açmak sureti ile, yeniden ulaşıma açılmasını zorlaştırıyorlar.
Hatta yolu barikatlarla kapatmakla kalmayıp, yola yakın bir mesafede çatır kurup, sürekli bekliyorlar
En önemlisi de, yolun karşı tarafında da, güvenlik güçlerimizin, askerlerimizin, aynı şekilde bekliyor olmalarıdır.
Hatta Halk TV’de, günlük haberleri ve PKK ile gelinen noktanın ve işbirliğinin vahametini ortaya koymak açısından, ,Gazeteci Fatih ERTÜRK, bir fotoğraf gösterdi:
Yolun kenarında askerlerimiz duruyor, hemen önlerinde ise, PKK’lılar geçip  gidiyor…
Beklemek, izlemek var. Ama müdahale etmek yok…
Böylesi bir durum, duyarlı vatandaşlarımızı da çok rahatsız  ettiğinden, şimdilerde baskılar sonucu bazı müdahalelerin başladığını biliyoruz.
Böylesi bir barış süreci olmaz!...
Güvenlik güçlerimizin, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini korumadığı bir ortamda, Devlet otoritesinden bahsedilemez!...
Güvenlik güçlerimizin sessiz kalmalarını,bu gibi durumlarda güç kullanmamalarını söyleyenler; ister asker, ister sivil olsun,, Anayasa suçu işliyorlar, bilinmiş ola…
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ TSK,İSTESE PKK’NİN EYLEMLERİNE ENGEL OLUP, KANUNSUZ GİRİŞİMLERİE ENGEL OLAMAZ MI?...
Türk Silahlı kuvvetleri TSK, PKK terör örgütünün yol kesme, kimlik sorma…gibi kanunsuz faaliyetlerini, hem silah ve donanım, hem de tecrübe itibarı ile, kendine verilecek her türlü görevi yerine getirebilecek, imkan ve kabiliyete sahip tir
9 Haziran 2014 tarihi itibarı ile. Diyarbakır’da, Lice’de, Şırnak’ta, Cizre’de, Hakkari’de bu gibi sebeplerden dolayı, Devlet’e karşı bir başkaldırı niteliğinde eylemlerin olduğunu, sivillerden de ölenlerin bulunduğunu, Türk barağının indirildiğini duyduk…
Diyarbakır’da bir PKK’lı, 2’nci Hava Kuvveti Komutanlığı’nın duvarlarını aşıp içeri giriyor. Sonrasında bayrak direğine tırmanıp, gönderdeki bayrağımızı indiriyor…
Yaşanan bu olayı, orada bulunan askerler, başından beri görüyorlar ve pencereden izliyorlar. Ama engel olan, olmak isteyen kimse yok!...
Ve sonunda malum olay oluyor…
Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Sayın Necdet ÖZEL, bu gibi durumlarda gereğini yapmayıp, sessiz kalmayı tercih edecekse, bu görevi bırakmalıdır…
Bayrağımızin indirilmesinde müdahale etmeyip, sessiz kalan askerlerimiz ve subaylarımızın davranışlarını kabullenmek elbette mümkün değil, gereği yapılmalıdır…
Ama kimse ilk sorumlu olarak askerlerimizi, subaylarımızı görmesin!…
Askerlerimiz, subaylarımız, kendilerine bir görev verildiği zaman, bu görevi mutlaka yerine getirirler…
Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN’da, bayrağımızın indirilmesi ile ilgili olarak şöyle dedi:
Bu olayda ister asker olsun, ister subay; sorumlu olanlar, ihmali görülenler hakkında gereği yapılacaktır, gibi beyanat verdi…
Şimdi aynı şeyi, Sayın Başbakan için de söylüyorum;
Kimse bu müessif olayda, ilk sorumlu olarak askerlerimizi, subaylarımızı görmesin!...
Şimdi malum noktaya nasıl gelindiği konusuna ışık tutmak amacı ile,, 7 Haziran 2014 Cumartesi günü, SÖZCÜ Gazesi’nde manşetten verilen ve Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN’ın zamana göre değişen sözleri konusun da, bir toparlama yapmış,
Şimdi karşılaştırmalıi bu sözleri,
Yıl: 2010, biz PKK ile görüşmedşk.
Görüştüğümüzü söyleyenler, şerefsizdir..
YIL 2011: Terör örgütü PKK ile biz görüşmedik. Devlet görüştü…
YIL 2012: PKK ile görüşen arkadaşı ben gönderdim. Sıkıntısı olan bana söylesin…
Bu sözlerin devamında, büyük puntolarla yazılanları geçiyorum ve işin haber kısmına geliyorum:
Bu sözleri defalarca tekrarlayan Başbakan, Diyarbakır’da bakanlarıyla resmi olarak, çözüm çalıştayını başlattı…
Böylece terör örgütü PKK’ayla görüşmeler resmi hale getirildi diyor ve devam ediyor…
Gelinen bölesine vahim bir nokta da, samimi duygularla AKP’ye oy veren dindar ve muhafazakar vatandaşlarımıza, ben de samimi duygularla, bir hatırlatmada bulunmak istiyorum
Eğer Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN, Cumhurbaşkanlığına aday olur ve kazanırsa, yaşadığımız bu günleri de arayacağız!...
Böylesi bir durumda, Türkiye bölünme yoluda, önemli bir noktaya gelmiş olacaktır…
Zira o, bir kere yakasını  PKK’ya kaptırmış ve yapabileceği bir şey pek yok!...
Suriye’de Özgür Suriye Ordusu ÖSO’nun silah bırakıp, Beşşar ESAT’la anlaşması, yapılan seçimlerde % 87,5 gibi büyük bir oranla, kendi halkının desteğini sağlamış olması, Amerika Birlesik Devletleri’nin 35 yıl aradan sonra, İran ile ilişkilerini düzeltmek için önemli adımlar attığı, İran’ın Nükleer Programını müzakereye razı etmesi, Ortadoğu için planların değiştiği intibaını vermektedir
Bu olumlu havayı, bölgemizin huzuru açısından çok önemli bir gelişme olarak görüyorum…
Amerika Birleşik Devletleri’nin bu gibi yeni rota değişikliğinde, Rusya’nın kendini toparlayıp, eski gücüne erişmesinin, elbette çok önemli bir payı vardır.
Ve oluşan bu yeni Dünya düzeninde,yeni bir oluşumda, Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN’a bir yer olduğunu,maalesef düşünmüyorum
Zira Sayın Başbakan herkesle kavgalı…
Bu gün Mısır’da, Suriye’de, İsrail’de Büyükelçimiz yok…
ÇOCUKLARINI KAÇIRAN PKK’YA KARŞI,DİYARBAKIR BELEDİYESİ ÖNÜNDE EYLEM YAPAN ANNELERİN DURUMU…
Bu eylem, 1 aya yakın bir zamandan beri devam ediyordu. 9 Haziran 2014 tarihi itibarı ile, BDP Eş Başkanı Selahattin EMİRTAŞ’ın konu ile ilgileneceği,Kandil’le görüşeceği gibi sözler vermesi üzerine, çocukları dağa kaçırılan bazı aileler, birkaç gün öncesinde eylemlerine ara verdiler
Bazı anneler ara verme öncesinde,,2 günlük oruca başlayacaklarını da,söylüyorlardı…
Başlangıçta sayıları 2-3 kişi kadardı. Sonrasında 8-10 oldu. Daha sonraları bu sayılar 20-30-40…gibi yükselen rakamlarla ifade edilmeye başlandı.
İlk zamanlarda bu annelerin sesine kulak veren pek olmadı…
Hatta bu anneler, Diyarbakır Belediyesi görevlileri ve BDP il Teşkilatı mensupları tarafından itilip, kakıldı, tartaklandı.
Ama mücadelelerine devam ettiler…
Bu olayın Halkımızı rahatsız etmeye başladığı bir zamanda, Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN, Barış ve Demokrasi Partisi BDP’nin yöneticilerine seslenerek şöyle dedi:
Eğer bu çocukların kurtarılmasını sağlamazsanız, bizin de PKK’ya karşı B planımız, C planımız var dedi…
Bir Başbakan’ın böyle bir beyanat vermesinin doğru olmadığını, yakışmadığını öncelikle belirtmiş olalım…
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Başbakanı,bölücülerden yardım talebinde bulunamaz,bulunmamalı…
Türk Silahlı Kuvvetlerine emir ver, gitsin alsınlar…
Başbakan’ın verdiği böylesi bir beyanata karşı, BDP Eş Başkanı Selahattin  DEMİRTAŞ’ın cevabı ise, şöyle oldu:
B Planı: APO’ya yalvarmak, 
C Planı: APO’ya yalvarmak…
Bu sözler Sayın Başbakan’da söylenmiş olsa bile, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak, gelinen nokta itibarı ile, bizleri çok rahatsız ediyor…
Bazılarının çocukları kaçarak kendiliğinden geldi. Bir anne çocuğunu dağda bulup, getirdi. .Bazılarını PKK henüz dağa kaçırmadan, güvenlik güçleri tarafından, dağa gönderilmek üzere iken yakalanıp, ailelerine teslim edildi...
Çocukları PKK tarafından dağa kaçırılan annelerin böylesine cesur, böylesine anlamlı direnişleri, mücadeleleri, başta Diyarbakır ilimiz olmak üzere, Güneydoğu bölgemizde yaşayan Kürt vatandaşlarımızın, aslında birlik ve beraberlikten yana oldukları mesajını verdi..
Bu manzara bizler için, Türkiye’nin geleceği adına, umut veren gelişmeler oldu.
Bu gibi vatandaşlarımıza, annelerimize en içten takdir, teşekkür, saygı ve selamlarımı gönderiyorum.
Böylesi bir davranış, böylesi bir manzara, barış ve demokratik açılımı gibi söylemlerle, asıl niyetlerini gizleyip, Türkiye’yi bölüp, parçalamak isteyen siyasilere örnek olsun,
Ve vatandaşlarımız, bu gibi siyasilere cevaplarını, önümüze konan sandık da, Cumhurbaşkanlığı seçiminde, oyları ile versinler…
Saygılarımla 10 Haziran 2014 Salı
Makine Yüksek Mühendisi; Ahmet YALVAÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder