CUMHURBAŞKANLIĞI
SEÇİMİ-2
Ahmet
YALVAÇ
Sevgili
Okuyucular, bu gün Cumhurbaşkanlığı konusuna gelişen yeni olayların da ışığı
altında, kaldığımız yerden devam edeceğiz
Konunun
bir bütünlük oluşturması açısından, ilk yazıyı okumamış olanların, öncelikle
okumalarını öneririm
TAYYİP
ERDOĞAN CUMHURBAŞKANLINA ADAY OLDUĞUNU HALA NİYE AÇIKLAMADI?...
Başbakan
Sayın Tayyip ERDOĞAN’ın Cumhurbaşkanı olmayı çok istediğini biliyoruz
Kendisi
böyle bir hususu resmen söylemedi ama, başta Başbakan Yardımcılarından Sayın
Mehmet Ali ŞAHİN olmak üzere bazı yetkili kişiler, AKP’nin adayının Başbakan
ERDOĞAN olduğu, ya da olması gerektiği anlamına gelen beyanatlarda bulundular
Aslında
Sayın ERDOĞAN’ın yapmak istediği bir şeyi, önce yardımcıları aracılığı ile, bir
şekilde Halka duyurmak istediğini, bir yöntem olarak kullandığı da, bilinen bir
husus.
Bu
itibarla Sayın ERDOĞAN’ın Cumhurbaşkanlığına aday olmak istediği kesin.
Ama bu
güne kadar hala adaylığını açıklamamış olmasını; işlerin iyi gitmediği, ya da
şartların oluşmadığı şeklinde de yorumlamak mümkün
Başbakan
Sayın Tayyip ERDOĞAN, biz Adayımızı Mayıs ayının sonunda açıklarız diyordu ama,
sonradan süreyi biraz uzatıp, Haziran ayının ortasında açıklayacağını söyledi.
Bazıları ise, sürenin sonunda; 3 Temmuz’da açıklayacağını belirtiyorlar
İşi başka
yönden şöyle de düşünmek mümkün:
Sayın
ERDOĞAN, önce Muhalefetin, yani CHP ve MHP’nin adayının kim olduğunu öncelikle
bilmek istiyor ve buna göre bir ayarlama yapacak
Eğer
karşısına korktuğu, çekindiği ve kazanması muhtemel bir aday çıkarsa, o zaman
kendisinin adaylıktan vazgeçmesi de söz konusu
Böylesi
bir durumda belli ki, bir başkasını aday gösterecek.
Belli k
Sayın ERDOĞANi işi tesadüfe bırakmak istemiyor. .Zira bir aksilik olup da, seçilemeyecek
olursa, siyaseten sıfırlanacağını, her şeyi kaybedeceğini biliyor.
Sayın
Başbakan’ın sıkça anketler yaptırdığı da bilinen bir husus
Deniliyor
ki, son yapılan 3 ayrı ankette de düşüşün devam ettiği, oy oranının 30 Mart
yerel seçimlerinden de daha aşağılarda olduğu söyleniyor. % 41 gibi
Sayın
ERDOĞAN’ı ürküten, korkutan husus bu olmalı…
Ama ben
şahsen düşüşün devam edeceğini ve Sayın ERDOĞAN’ın adaylıktan vazgeçeceğini
düşünüyorum…
Oy
düşüşünde Soma’da yaşanan maden kazasının etkin olduğu söyleniyor
EĞER
MUHALEFETİN ÇATI ADAYI DENİZ BAYKAL OLURSA…
Muhalefetin çıkaracağı adayın sadece dürüst,
bilgili, iyi eğitimli, vatansever olması da, yeterli değil…
Ayrıca
feleğin çemberinden geçmiş olması, mücadele yeteneğinin olması da gerekli
Bu nitelik
de göz önünde bulundurulduğunda; Başbakan Tayyip ERDOĞAN ile baş edebilecek
yegane kişi; CHP’nin eski lideri Sayın Deniz BAYKAL, en uygun adaydır…
Ben Sayın
Deniz BAYKAL ile Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN’nın gazeteci Uğur DÜNDAR
yönetiminde kaç yıl öncesinde televizyondaki tartışmalarını, sonuna kadar
izlemiştim
Sayın
ERDOĞAN, BAYKAL’ın karşısında çok yetersiz kaldı…
Sonra
Sayın Deniz BAYKAL’ın Türkiye’nin her yerinde şahsi oyu var
Eğer böyle
bir karar alınırsa, CHP ve MHP’nin zaman kaybetmeden işe koyulmaları, kendi
parti teşkilatlarını böyle bir hedefe göre yönlendirmeleri ve böyle bir hususun
gerekçelerini de, halkımıza anlatmaya başlamaları gerekir…
Mesele
Türkiye’nin içinde bulunduğu zor durum ise ;vatanın ve milletin birlik ve
bütünlüğü söz konusu ise ,CHP ve MHP’’nin dışındaki partilere mensup olan aklı
selim vatandaşlarımızdan da, Sayın BAYKAL’a oy gelecektir.
Böyle
birisi ile işe başlamak, Tayyip ERDOĞAN karşısında başarı şansını artırır
1-SOMA’DA
YAŞANAN MADEN KAZASI, ,AKP VE BAŞBAKAN ERDOĞAN İÇİN, BİR KIRILMA NOKTASI OLDU…
SOMA’da
yaşanan maden kazası, 17 Aralık 2013 tarihinden bu yana, Türkiye’nin gündemini
meşgul eden yolsuzluk ve rüşvet olaylarının, Devlet mekanizmasında nasıl
işlediğinin, işleyebileceğinin de, ip uçlarını vermesi açısından çok önemli
Eğer
SOMA’da böyle bir maden kazası yaşanmamış olsaydı, bizler bu gibi önemli
ipuçlarını bilmiyor olurduk
Bu hususu
birkaç yönden tahlil etmek lazım
Birinci
husus; Soma’daki kömür ocaklarının özelleştirilme şekli ve Soma AŞ’ye nasıl
verildiği ile ilgili…
Saf ve
işin aslını bilmeyen vatandaşlarımıza, yapılan özelleştirmelerin gerekçeleri
şöyle anlatılıyor:
Devlet
yönetiminde yapı hantal, verim düşük ve maliyetler daha pahalı…
Ama
Soma’daki maden kazasından sonra görüldü ve anlaşıldı ki, kömür ocağının sahibi
hala, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı,
Basına da
yansıyan bilgilere göre; SOMA AŞ’ye iş, hizmet alımı şeklinde ve ihalesiz
verilmiş
Ve en
önemlisi de; rödövans usulü ile, yani SOMA AŞ’nin çıkarttığı tüm kömürleri
almak garantisi ile….
Yani
Şirket ne kadar çok kömür çıkartırsa, o kadar çok para kazanacak…
Peki,
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı SOMA AŞ’den satın aldığı kömürleri ne
yapıyor?
Sosyal
yardım kapsamında, sözde ihtiyaç sahiplerine bedava dağıtıyor ve karşılığında
vatandaşın oyunu alıyor…
Ve
dolayısı ile bu kömür işinden karlı çıkan diğer taraf kim?
Ne kadar
çok kömür, o kadar bedavadan oy…
Sonuçta
kömür işinden hem Şirket, hem de AKP çok
karlı…
Peki bu
işten zararlı olan kim?...
Devlet’in
Hazine’si,
Ve
milyarlarlarca TL tutarında parasal yük….
Dolayısı
ile, böyle bir özelleştirme olmaz, olmasına da gerek yok… .
Devlet
sanki kömür satışı üzerinden para mı kazanıyor?..
.Demek
istediğim husus şu dur:
Böylesine
karlı, böylesine ballı işleri, herkes almak ister ama, vermezler…
Ve
böylesine yanlış işler de, genelde bir menfaat ve bir karşılık olmadan
uygulamaya konmaz, yapılmaz…
Bakınız
Prof Doktor Abdüllatif ŞENER, yakın bir zamanda Halk TV’de özelleştirmelerle
ilgili çok önemli şeyler söyledi, Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN’la hangi
nedenlerden dolayı ters düşüp, istifa ettiğini de açıkladı.
Bilindiği
üzere Sayın Abdüllatif ŞENER, aynı zamanda, AKP’nin de kurucularından ve Sayın
Başbakan’ın da yardımcılarından biri idi.
Sayın
Abdüllatif ŞENER, o zaman özelleştirmelerden sorumlu Başbakan Yardımcısı imiş.
Ve Sayın
ERDOĞAN’ın ihalelere özel ilgisi ve de müdahalesinden rahatsızlık duyup,
görevinden ayrılmış ve sonuç da, AKP’den de istifa etmek gereğini duymuş…
Şimdi
tekrar SOMA’daki maden kazasına dönüyorum:
Söylenildiğine
göre: taşeron şirket SOMA AŞ’de Devlet’i temsilen de birileri varmış,
Taanzım
edilen raporlarda, Devlet’in iş müfettişleri kömür ocaklarında gerekli kontrol
ve incelemeleri yapmışlar,çalışmaya engel bir durum tespit edememişler
ama,madenciler bu kontrol işinin iyi yapılmadığını,işin geçiştirildiğini
söylüyorlar…
Bu noktada
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner YILDIZ ile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk ÇELİK’in hukuki sorumlulukları ve ihmallerinin olduğu anlaşılıyor
Bu hususu
şöyle de özetlemek mümkün:
Üretim
maiyetnin düşürülmesi, üretim faaliyetlerinin sürekliliği gibi konularda SOMA
AŞ’’ye mümkün olduğu kadar yardımcı olunduğu, zorluk çıkarmak istenmediği,
başka bir anlatımla SOMA AŞ’nin korunup,
kollanmak istendiği izlenimi ortaya çıkıyor…
Sorumluluk
konusunda her iki Bakan birbirlerini suçluyor ve özellikle Faruk ÇELİK, Taner
YILDIZ’ı sorumlu görüyor
Mevcut
durum böyle olunca, yapılan anlaşma da öylesine karlı,öylesine ballı olunca,
SOMA AŞ’nin sahibi de, maliyetleri düşürmek amacı ile, zor ve pahalı
önlemlerden imtina ediyor, yaşamsal teçhizat ve donanımları almıyor, yaşam
odalarını kurmuyor, düşük ücretle işçileri çalıştırıyor ve cebini doldurmaya
gayret ediyor.
Hatta
deniliyor ki, vardiya değişimleri kömür ocaklarında kazma teslimi şeklinde
yapılıyormuş,…
Birde
erken çıkışları, ya da kaçamakları önlemek açısından maden çıkış kapıları
kilitleniyor muş…
Deniliyor
ki, madende yangın başladıktan sonra, ortamdaki karbon monoksit CO, olması
gereken oranın çok üstüne çıktığı, algılayıcıların sinyal vermesine rağmen, işe
ara verilmediği, kapıların çok sonra açıldığı, toplu ölümlerin de, bu yüzden
yaşandığı özellikle vurgulanıyor…
Hatta ölen
madencilerin gerçek rakamın 301’den çok daha yüksek olduğu, ama bunun
gizlendiği belirtilerek, şöyle devam ediliyor:
Ocak da
kaçak çalışanlar, ya da Suriyeliler de varmış,
Afet Acil
Yardım ve Kurtarma Ekibi AFAT elemanlarına kayıtlı işçileri çıkarın, ya da
kurtarın gibi talimatlar verilmiş…
Bu
itibarla maden ocağında çıkarılmayan çok sayı da ceset olduğu, çıkarılmış olan
cesetlerden bazılarının da, sahibinin çıkmamış olması, bu konuda ortaya konan
iddiaları güçlendiriyor…
Bu gibi
bilgileri çoğu televizyon kanalları, özellikle de HALK TV canlı yayınındı.
Ayrıca
HALK TV’de, Uğur DÜNDAR yönetiminde yapılan HALK Arenası programında, benzer
konular ve iddialar, çoğu madenci
tarafından da dile getirildi.
Ve bizler anlatılanları izlerken, tüylerimiz
diken diken oldu…
Şimdi
SOMA’da kömür çıkarma işinin Taşeron şirkete nasıl verildiğini ve kazanın
vahametini bir tarafa bırakıp, kaza sonrasında SOMA’ya gelen Başbakan’ın
ziyareti ve bu ziyaret esnasında yaşananlar konusunda bir şeyler söylemek
istiyorum
Sayın
Başbakan’ın böylesi bir felaketin yaşandığı bir yere gelmiş olması; yapılması
gereken doğru ve zamanında yapılmış bir görev…
Ama Sayın
Başbakan, buraya kadar vurgulamaya çalıştığım üzere, böylesine bir felaketin
yaşandığı bir yere geldiğini, kurtulan madencilerin yaşadıklarını, yakınlarını
kaybeden madenci ve Somalıların acılarını, öfkelerini göz önünde bulundurmadığı
anlaşılıyor,
Daha
doğusu Sayın Başbakan, bir taziye yerine geldiğini, unutmuş gibi görünüyor,
Ve öyle
anlaşılıyor ki, böylesi bir durumda da, Sayın Başbakan kendisine saygı ve sevgi
gösterilmesini bekliyor Zaten yanlış olan da, bu!…
Nihayetinde toplanan Kalabalık, Hükümet
istifa, Başbakan istifa gibi sloganlar ile,, Sayın ERDOĞAN’ı protesto etmeye
başlıyor…
İşte
yaşanan nahoş hadiseler, bundan sonrasında başlıyor…
Eğer Sayın
Başbakan yapılan protestoyu olgunlukla karşılasa, onları teskin edici ve güzel
birkaç söz söylese, muhtemelen bir şey olmayacaktı…
Ama
güvenlik güçlerinden 2 jandarma, protestoculardan birini etkisiz hale
getirdiğinde,, orada bulunan Başbakan’ın danışmanı Yusuf YERKEL tarafından,
protestocu vatandaşımız yerde iken tekmeleniyor…
Tabi ki
böylesi bir hareket, başka olayları tetikliyor…
Başbakan’ın
korumaları ciddi olarak görmüş olmalılar ki, Sayın ERDOĞAN’ı yakında bulunan
bir markete sokuyorlar…
Sayın
Başbakan markette, kendisini protesto edenlerden birinin markete girdiğini
görüyor ve yumrukluyor
Yaşananları
cep telefonu ile görüntülemeye çalışan kasiyer bayanı da, tokatlıyor…
Bu gibi
nahoş hadiselerin görüntüleri, detayları çoğu gazete ve televizyonlarda
yayınlandı
Saklanacak,
inkar edilecek bir şey yok…
Protestolar
devam edince, ya da SOMA geneline yayılınca, bu defasında da güvenlik güçleri,
Halka tomalardan basınçlı su sıkmaya başlıyorlar, biber gazı kullanıyorlar…
Acılı ve
son derece gergin olan vatandaşlarımıza böylesine şiddet uygulanması, doğru bir
davranış da değil, doğru bir yöntem de değil…
Ve diyorum
ki, keşke bu manzaralar yaşanmamış olsaydı!?.
Bizim
Halkımız, mazlumlara karşı güç ve kuvvet uygulanmasında, onlara zarar verilmesi
konusunda, son derece hassastır.
Eğer
Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN, Cumhurbaşkanlığına aday olursa, SOMA’da
yaşananların, siyasi bir karşılığı mutlaka olacaktır.
2-1
HAZİRAN’DA YENİLENEN YEREL SEÇİMLER…
1 Haziran’da
yenilenen AĞRI ve YALOVA gibi 2 ilimizde yenilenen Belediye Başkanlığı
seçimlerini, BDP ve CHP kazandı.
Ağrı’da
CHP’li seçmenlerin bu defasında BDP’ye oy verdikleri,
YALOVA’da
ise, İşci Partisi, Osman PAMUKOĞLU’nun partisi HEPAR’’lı seçmenler ile, DP ve
MHP’li çoğu seçmenin CHP’yi destekledikleri biliniyor
Hatta çoğu
BDP’li seçmenlerin bile oylarını CHP’nin adayına kullandıkları
belirtilmektedir.
Böylesi
bir sonuç, AKP’ye karşı, müşterek bir cephenin oluşturulması ve bir güç birliği
neticesinde alınmıştır…
AKP, bu
iki ilimizde seçimi alabilmek amacı ile,iktşdar olmanın bütün imkanlarını
kullanmı, ama muvaffak olamamıştır.
Zaten 30
Mart’taki seçimde AĞRI’yı BDP, YALOVA’yı da CHP’’nin adayı kazanmıştı
1
Haziran’da yenilenen seçimlerde, güç birliği ile aradaki fark, daha da açıldı
Bu
yerleşim yerlerinin dışında,9 beldede yenilenen seçimlerden 5ini muhalefet
partileri, 5ini ise AKP kazandı.
Demek
istediğim husus şudur:
Adalet ve
Kalkınma Partisi AKP’nin oyları, her geçen gün azalmaktadır
Bunun
nedenini; hak ve adaletten ayrılmak, Halk ile zıtlaşmak ve onunla bilek
güreşine yeltenmek olarak da özetleyebiliriz.
3-GÜNEYDOĞU
BÖLGEMİZ PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN KONTROLUNA GİRMİŞTİR
Bu fiili
durumu aslında şöyle özetlemek, daha uygundur:
Güneydoğu
bölgemiz, Hükümet tarafından PKK Terör Örgütü’nün yönetimine terkedilmiştir
Tabi ki
Türkiye Büyük Millet Meclisi TBMM tarafından bu yönde alınmış bir karar,
elbette söz konusu değildir ve olamazda;
İktidardaki
AKP Hükümeti’nin Meclis’in bilgisi dışında, PKK örgütü ile yapılan gizli
pazarlıklar sonucunda, alınan kararlar doğrultusunda gelinen bir nokta olarak
da düşünülebilir.
PKK terör
örgütü ile yapılan gizli görüşmeler, Türkiye’nin bölünüp parçalanmasına yönelik
girişimlerdir. Arkasında Amerika Birleşik Devletleri ABD ve İsrail gibi bazı
yabancı devletlerin bulunduğu da biliniyor
Ama
değişen dünya şartları nedeni ile, Başta Amerika Birleşik Devletleri ABD ile,
İsrail gibi dış güçlerin PKK’ya desteklerinin ne kadar devam ettiğini, tam
olarak da bilemiyoruz.
Ve
Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN’ın fevri hareketleri ve hoşa gitmeyen siyaset
anlayışından dolayı, aynı Dış Güçler ile Sayın ERDOĞAN arasındaki ilşkiler
artık, eskisi gibi de değildir.
Onu gözden
çıkardıkları, defterden sildikleri de söylenebilir.
Mevcut
durum böyle olsa da, anlaşılan odur ki, Sayın ERDOĞAN, PKK’ya verdiği sözlerden
cayamıyor,
Bu konuda yapılan işlerin mevcut Anayasamıza göre suç teşkil ettiğini de bildiğinden, çareyi Cumhurbaşkanı olmak da görüyor.
Bu konuda yapılan işlerin mevcut Anayasamıza göre suç teşkil ettiğini de bildiğinden, çareyi Cumhurbaşkanı olmak da görüyor.
Ama diğer
yandan PKK, Sayın ERDOĞAN’ın zorda olmasından istifade edip, kendi amaçlarının
gerçekleşmesi konusunda hamle yapmak istiyor…
İşte
meselenin özü budur.
PKK terör
örgütü mensupları, Güneydoğu bölgemizde yol kesip, kimlik kontrolü yapıyor,
asker ve sivil vatandaşlarımızı kaçırıyor. Ama güvenlik güçlerimize, aman çözüm
süreci bozulmasın gibi gerekçeler ile, müdahale etmelerine müsaade edilmiyor…
PKK
militanları, başta Diyarbakır işimiz olmak üzere, bazı yerleşim yerlerinin diğer
il ve ilçelerle irtibatını kesmek, vatandaşlarımızın seyahat hürriyetini
engellemek maksadı ile, ana yolları taşlar ve başka malzemelerle de
oluşturdukları barıkatlar ile kapatıyorlar,hatta asfalt yolda derin ve geniş
hendekler açmak sureti ile, yeniden ulaşıma açılmasını zorlaştırıyorlar.
Hatta yolu
barikatlarla kapatmakla kalmayıp, yola yakın bir mesafede çatır kurup, sürekli
bekliyorlar
En
önemlisi de, yolun karşı tarafında da, güvenlik güçlerimizin, askerlerimizin,
aynı şekilde bekliyor olmalarıdır.
Hatta Halk
TV’de, günlük haberleri ve PKK ile gelinen noktanın ve işbirliğinin vahametini
ortaya koymak açısından, ,Gazeteci Fatih ERTÜRK, bir fotoğraf gösterdi:
Yolun
kenarında askerlerimiz duruyor, hemen önlerinde ise, PKK’lılar geçip gidiyor…
Beklemek,
izlemek var. Ama müdahale etmek yok…
Böylesi
bir durum, duyarlı vatandaşlarımızı da çok rahatsız ettiğinden, şimdilerde baskılar sonucu bazı
müdahalelerin başladığını biliyoruz.
Böylesi
bir barış süreci olmaz!...
Güvenlik
güçlerimizin, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini korumadığı bir ortamda,
Devlet otoritesinden bahsedilemez!...
Güvenlik
güçlerimizin sessiz kalmalarını,bu gibi durumlarda güç kullanmamalarını
söyleyenler; ister asker, ister sivil olsun,, Anayasa suçu işliyorlar, bilinmiş
ola…

Türk
Silahlı kuvvetleri TSK, PKK terör örgütünün yol kesme, kimlik sorma…gibi
kanunsuz faaliyetlerini, hem silah ve donanım, hem de tecrübe itibarı ile,
kendine verilecek her türlü görevi yerine getirebilecek, imkan ve kabiliyete
sahip tir
9 Haziran
2014 tarihi itibarı ile. Diyarbakır’da, Lice’de, Şırnak’ta, Cizre’de,
Hakkari’de bu gibi sebeplerden dolayı, Devlet’e karşı bir başkaldırı
niteliğinde eylemlerin olduğunu, sivillerden de ölenlerin bulunduğunu, Türk
barağının indirildiğini duyduk…
Diyarbakır’da
bir PKK’lı, 2’nci Hava Kuvveti Komutanlığı’nın duvarlarını aşıp içeri giriyor.
Sonrasında bayrak direğine tırmanıp, gönderdeki bayrağımızı indiriyor…
Yaşanan bu
olayı, orada bulunan askerler, başından beri görüyorlar ve pencereden
izliyorlar. Ama engel olan, olmak isteyen kimse yok!...
Ve sonunda
malum olay oluyor…
Genel
Kurmay Başkanı Orgeneral Sayın Necdet ÖZEL, bu gibi durumlarda gereğini
yapmayıp, sessiz kalmayı tercih edecekse, bu görevi bırakmalıdır…
Bayrağımızin
indirilmesinde müdahale etmeyip, sessiz kalan askerlerimiz ve subaylarımızın
davranışlarını kabullenmek elbette mümkün değil, gereği yapılmalıdır…
Ama kimse
ilk sorumlu olarak askerlerimizi, subaylarımızı görmesin!…
Askerlerimiz,
subaylarımız, kendilerine bir görev verildiği zaman, bu görevi mutlaka yerine
getirirler…
Bu olayda
ister asker olsun, ister subay; sorumlu olanlar, ihmali görülenler hakkında
gereği yapılacaktır, gibi beyanat verdi…
Şimdi aynı
şeyi, Sayın Başbakan için de söylüyorum;
Kimse bu
müessif olayda, ilk sorumlu olarak askerlerimizi, subaylarımızı görmesin!...
Şimdi
malum noktaya nasıl gelindiği konusuna ışık tutmak amacı ile,, 7 Haziran 2014
Cumartesi günü, SÖZCÜ Gazesi’nde manşetten verilen ve Başbakan Sayın Tayyip
ERDOĞAN’ın zamana göre değişen sözleri konusun da, bir toparlama yapmış,
Şimdi
karşılaştırmalıi bu sözleri,
Yıl: 2010,
biz PKK ile görüşmedşk.
Görüştüğümüzü
söyleyenler, şerefsizdir..
YIL 2011:
Terör örgütü PKK ile biz görüşmedik. Devlet görüştü…
YIL 2012:
PKK ile görüşen arkadaşı ben gönderdim. Sıkıntısı olan bana söylesin…
Bu
sözlerin devamında, büyük puntolarla yazılanları geçiyorum ve işin haber
kısmına geliyorum:
Bu sözleri
defalarca tekrarlayan Başbakan, Diyarbakır’da bakanlarıyla resmi olarak, çözüm
çalıştayını başlattı…
Böylece
terör örgütü PKK’ayla görüşmeler resmi hale getirildi diyor ve devam ediyor…
Gelinen
bölesine vahim bir nokta da, samimi duygularla AKP’ye oy veren dindar ve
muhafazakar vatandaşlarımıza, ben de samimi duygularla, bir hatırlatmada
bulunmak istiyorum
Eğer
Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN, Cumhurbaşkanlığına aday olur ve kazanırsa,
yaşadığımız bu günleri de arayacağız!...
Böylesi
bir durumda, Türkiye bölünme yoluda, önemli bir noktaya gelmiş olacaktır…
Zira o,
bir kere yakasını PKK’ya kaptırmış ve
yapabileceği bir şey pek yok!...
Suriye’de
Özgür Suriye Ordusu ÖSO’nun silah bırakıp, Beşşar ESAT’la
anlaşması, yapılan seçimlerde % 87,5 gibi büyük bir oranla, kendi halkının
desteğini sağlamış olması, Amerika Birlesik Devletleri’nin 35 yıl aradan sonra,
İran ile ilişkilerini düzeltmek için önemli adımlar attığı, İran’ın Nükleer
Programını müzakereye razı etmesi, Ortadoğu için planların değiştiği intibaını
vermektedir
Bu olumlu
havayı, bölgemizin huzuru açısından çok önemli bir gelişme olarak görüyorum…
Amerika
Birleşik Devletleri’nin bu gibi yeni rota değişikliğinde, Rusya’nın kendini
toparlayıp, eski gücüne erişmesinin, elbette çok önemli bir payı vardır.
Ve oluşan
bu yeni Dünya düzeninde,yeni bir oluşumda, Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN’a bir
yer olduğunu,maalesef düşünmüyorum
Zira Sayın
Başbakan herkesle kavgalı…
Bu gün
Mısır’da, Suriye’de, İsrail’de Büyükelçimiz yok…
Bu eylem,
1 aya yakın bir zamandan beri devam ediyordu. 9 Haziran 2014 tarihi itibarı
ile, BDP Eş Başkanı Selahattin EMİRTAŞ’ın konu ile ilgileneceği,Kandil’le
görüşeceği gibi sözler vermesi üzerine, çocukları dağa kaçırılan bazı aileler,
birkaç gün öncesinde eylemlerine ara verdiler
Bazı anneler ara verme öncesinde,,2 günlük oruca başlayacaklarını da,söylüyorlardı…
Bazı anneler ara verme öncesinde,,2 günlük oruca başlayacaklarını da,söylüyorlardı…
Başlangıçta
sayıları 2-3 kişi kadardı. Sonrasında 8-10 oldu. Daha sonraları bu sayılar
20-30-40…gibi yükselen rakamlarla ifade edilmeye başlandı.
İlk
zamanlarda bu annelerin sesine kulak veren pek olmadı…
Hatta bu
anneler, Diyarbakır Belediyesi görevlileri ve BDP il Teşkilatı mensupları
tarafından itilip, kakıldı, tartaklandı.
Ama
mücadelelerine devam ettiler…
Bu olayın
Halkımızı rahatsız etmeye başladığı bir zamanda, Başbakan Sayın Tayyip ERDOĞAN,
Barış ve Demokrasi Partisi BDP’nin yöneticilerine seslenerek şöyle dedi:
Eğer bu
çocukların kurtarılmasını sağlamazsanız, bizin de PKK’ya karşı B planımız, C
planımız var dedi…
Bir
Başbakan’ın böyle bir beyanat vermesinin doğru olmadığını, yakışmadığını
öncelikle belirtmiş olalım…
Türkiye
Cumhuriyeti’nin bir Başbakanı,bölücülerden yardım talebinde
bulunamaz,bulunmamalı…
Türk
Silahlı Kuvvetlerine emir ver, gitsin alsınlar…

B Planı:
APO’ya yalvarmak,
C Planı: APO’ya yalvarmak…
Bu sözler Sayın Başbakan’da söylenmiş olsa bile, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak, gelinen nokta itibarı ile, bizleri çok rahatsız ediyor…
C Planı: APO’ya yalvarmak…
Bu sözler Sayın Başbakan’da söylenmiş olsa bile, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak, gelinen nokta itibarı ile, bizleri çok rahatsız ediyor…
Bazılarının
çocukları kaçarak kendiliğinden geldi. Bir anne çocuğunu dağda bulup, getirdi.
.Bazılarını PKK henüz dağa kaçırmadan, güvenlik güçleri tarafından, dağa
gönderilmek üzere iken yakalanıp, ailelerine teslim edildi...
Çocukları
PKK tarafından dağa kaçırılan annelerin böylesine cesur, böylesine anlamlı
direnişleri, mücadeleleri, başta Diyarbakır ilimiz olmak üzere, Güneydoğu
bölgemizde yaşayan Kürt vatandaşlarımızın, aslında birlik ve beraberlikten yana
oldukları mesajını verdi..
Bu manzara
bizler için, Türkiye’nin geleceği adına, umut veren gelişmeler oldu.
Bu gibi
vatandaşlarımıza, annelerimize en içten takdir, teşekkür, saygı ve selamlarımı
gönderiyorum.
Böylesi
bir davranış, böylesi bir manzara, barış ve demokratik açılımı gibi
söylemlerle, asıl niyetlerini gizleyip, Türkiye’yi bölüp, parçalamak isteyen
siyasilere örnek olsun,
Ve
vatandaşlarımız, bu gibi siyasilere cevaplarını, önümüze konan sandık da,
Cumhurbaşkanlığı seçiminde, oyları ile versinler…
Saygılarımla
10 Haziran 2014 Salı
Makine Yüksek Mühendisi; Ahmet YALVAÇ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder