NİÇİN OLMAMIZ GEREKEN YERDE DEĞİLİZ.!?
Ben
Anayurt Gazetesi’nde yazarken;
26 Ağustos
2011 Cuma günü yayınlanmaya başlanmıştı.
Bu yazı, 8
bölüm halinde, Okurlara sunuldu.
Şimdi Siz
burada tamamını görüyorsunuz.
Bu gün bu
başlık altında, tamamlayıcı mahiyette, başka konulara da, yer vereceğim.
26 Ağustos
2011 Cuma- 19 Ağustos 2017 C umartesi,
aradan 6 yıla yakın bir süre geçmiş….
Biz hala
benzer sorunları yaşıyoruz.
Bu kısa
giriş bilgilerinden sonra, günümüzle de ilişkilendirerek, bir toparlama yapmak
ve konuya biraz daha girmek istiyorum.
Babadan
oğluna, anadan kızına aktarılan alışkanlıklarımız, genetik yapımız,
Yüzlerce,
hatta binlerce yıl içerisinde oluşan, bir kültür yapımız var.
Milletçe
çok iyi yönlerimiz, hasletlerimiz olduğu gibi, zayıf yönlerimiz de var.
Bu zayıf
yönlerimizi, birden değiştirmekte, mümkün değil.
Umarım ki,
bu gün sizlere sunacağım bilgiler;
Sizlerin
aydınlanmasına,
Siyaseten
içine düştüğümüz, ya da düşürüldüğümüz vahim durumdan kurtulmamıza, vesile
olur.
Türk
Milleti, binlerce yıllık tarihi boyunca;
Yönetenlere
bağlı olarak, 16 büyük Devlet, ya da Dünya İmparatorluğu kurmuştur.
Ama gün
gelmiş, bu büyük Devletler, ya da, Dünya İmparatorlukları, Yönetenlere bağlı
olarak yıkılmışlar,
Ama Türk
Milleti, hep var olmuş, yeniden toparlamasını bilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı’nın
forsundaki 16 Yıldız,
16 Büyük
Türk Devletlini, ya da Dünya İmparatorluğunu, sembolize etmektedir.
16.
Yıldız, Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Bu Gün
siyasal hesaplar uğruna,
Şaibeli
Yeni Anayasa referandumu ile
Türkiye’de
rejim değişmiştir…
Bu noktada
Halkımızın bilgilendirilmesi, sonuç olarak ta, bilinçlendirilmesi açısından;
Bilim
Adamlarına, Tarihçilere, Psikologlara, Sosyologlara, önemli görevler düşüyor.
Bizden
önce kurulup, yıkılan 15 büyük Türk Devleti, ya da Dünya İmparatorluklarının,
nasıl kurulduklarını ve nasıl yakıldıklarını, bilimsel olarak, ortaya
koymalıdırlar
Bu yöndeki
bilgi ve araştırmaların Halkımıza, en hızlı bir şekilde ulaştırılmasında,
Yazılı ve
görsel basınımıza da, önemli görevler düşüyor…
Öncelikle
Türkiye’nin Partisi olduklarını iddia edenlerin, Türkiye’nin gerçek anlamda
kalkınmasını, yükselmesini isteyenlerin,
Bu gibi
konularla, mutlaka ilgilenmeleri lâzım.
HALKIIMIZIN
İRADESİNİ OLUMSUZ YÖNDE ETKİLEYEN FAKTÖRLER…KOLAY
POLİTİKALARLA, BİR YERE VARILAMAZ, ÇALIŞMADAN,
ÜRETMEDEN, HİÇBİR SORUN ÇÖZÜLEMEZ.
1)Yazılı
ve görsel basının çok büyük bir kısmı yandaş, ya da, AKP’nin kontrolünde
olduğundan;
Düşük
Eğitimli, ya da Dindar vatandaşlarımızın büyük bir bölümü,
Algı
operasyonunun da etkisi,
Cumhurbaşkanı
ve AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın,
Amaca
uygun siyasi söylemlerinin de etkisi İle
AKP’ye oy
verdiği düşünülebilir.
2)Halkımızın,
Gazete ve kitap okuma alışkanlığının düşük, % 5-6 kadar olduğu,
Çıkan
Gazetelerin çoğunun da yandaş, ya da Hükümetin kontrolünde olduğu da göz önünde
bulundurulursa,
Belli bir
yaş üstü insanımızın, bilgisayar kullanımını ve internete erişimini bilmediğini
de düşünürsek,
Bu gibi
konulardan kaynaklanan büyük bir sorunun olduğu anlaşılıyor.
Bu gibi
konularda yaşanan sorunların aşılmasında,
Muhalefet
Partilerine, özelliklede Meclis’e girmek isteyenlere,
Önemli
görevler düşüyor.
Bilgisayar
kullanımı ve internete ulaşım konusunda, ücretsiz kurslar açmalıdırlar.
Bilgili ve
tecrübeli gençlerimiz ve vatandaşlarımız da,
Bu gibi
kurslarda, gönüllü olarak, hocalık yapmalıdırlar.
Bu gibi
hususlara, daha önceleri de değinmiştim.Bu gün tekrar, değinme gereğini
duyuyorum.
3)Ayni ve
nakdi yardım alanların sayısı çok fazla.
Gerçek
rakamın çok daha yüksek olduğunu söyleyenler olsa da,
Biz bu
rakamı 18 Milyon olarak kabul edebiliriz…
Bu
yardımlar, yardımı yapanların cebinden karşılanmasa da;
Bir Acı
Kahvenin Kırk Yıl hatırı var, sözünden hareketle;
AKP’ye,
Oy olarak
döndüğü söylenebilir.
4)Bu gibi
yardımların, haksız kazanç olarak birilerine döndüğü iddiaları da var.
Örneğin,
bedava dağıtılan ve üzerinde 25
kg yazılı kömür çuvallarının,
25 kg’dan
daha az geldiği iddiaları, basınımıza yansıyan örnekler…
Bu
yardımlar;
Bir Kartla
ve bir limit harcama yetkisi ile
Parti
farkı gözetmeksizin,
Gerçek
ihtiyaç sahiplerine verilmelidir.
5)Bu
konuda titiz davranılmadığından;
Çalışacak
durumda olanlar, bir şekilde uyuşturulup tüketici haline gelirken,
Ekonomiye
büyük bir yük oluşturuyorlar ama
AKP’ye
bağımlı hale geliyorlar.
6)Diğer
yandan köylü, çiftçi ve üreten kesim,
Hayvancılıktan,
ziraatten ve üretimden soğutulup, koparılırken,
Ekonomi
de, böylece geriye doğru gidiyor.
7)Devlet
işlerinde;
İşe uygun
bir kişi olmak,
İyi
eğitimli, tecrübeli ve liyakat sahibi olmak aranmadığı ve de, gerekmediğinden,
Sadece
İmam-Hatip mezunu, ya da, imam-Hatip kökenli olması yeterli oluyor
Bu yüzden,
işsizlik konusu dahil, öğrencinin, öğretmenin, memurun, esnafın, işçinin,
çalışan herkesin, sanayicinin sorunları
çözülemediği için,
Mevcut
sorunlara, yenileri ekleniyor….
8)Kapanan
işyerleri nedeniyle,
Yeni
işsizler ordusu yaratılıyor.
9)AKP,
yanlışta olsa, kafasına koyduğunu yapmakta kararlı olduğundan, örneğin;
HES, Hidro
Elektrik Santrali yapmak adına, Köylünün itirazlarını dikkate almıyor, bu
yüzden köylü isyan ediyor,
Sözde
Termik Santral yapmak adına,bürük bir alanda, Köylünün zeytin ağaçlarını
kesmekte ısrar ediyor,Köylüyü karşısına alıyor.,
Artvin-Cerat
Tepe’de, Yandaş Müteahhit’e, maden sahası açması için, çok sayıda ağacın
kesilmesine, izin veriyor, Köylüyü karşısına alıyor…
10)Halk
ile bu gibi inatlaşmalar nedeniyle,
Toplumun
yükselen tansiyonu nedeniyle,
Daha
önceleri, AKP’ye oy veren kesim arasında da,
Her geçen
gün, düşüş olduğu,
Ve düşüşün
artacağı da anlaşılıyor…
11)
Halkımızla zıtlaşmalar devam ettiğinden,
Bundan
böyle, Türkiye’yi zor günlerin beklediği, söylenebilir.
MUHALEFET
PARTİLERİNE DÜŞEN GÖREV…
Meclis
içindeki ve Meclis dışındaki tüm Muhalefet Partilerine,
Ve
özelliklede, Ana Muhalefet Partisi CHP’ye önemi görevler düşüyor.
Vatandaşlarımızın
gelir düzeylerinin yükseltilmesi, alım gücünün artması ve ailecek huzurlu bir
hayat sürebilmeleri için,
Ve netice
itibarıyla, içinde bulunduğumuz kaos ortamından da, biran önce çıkabilmemiz
için,
Öncelikle;
Tarım,
Hayvancılık, Sanayi, Sağlık, Eğitim, işsizlik gibi temel sorunların, çözümünde,
gelişmiş Batı devletlerinden de örneklerle, ciddi plan ve projeler
hazırlamalıdır.
Bu plan ve
projelerin hayata geçirilmesi için,
İlla da,
iktidara gelmeyi beklemek gerekmez,
Öncelikle
bunları Halkımıza anlatmak,
Faydalı
olacağına inandırmak ve bir heyecan yaratabilmek çok önemli…
Örneğin,
ben 2007’de,Demokrat Parti’den, Kahraman Maraş Milletvekili Adayı idim,
7 Haziran
2015’te Ankara 1.Bölgeden, Bağımsız Milletvekili Adayı idim.
Benim
sitede yer alan, Televizyon konuşmalarına,
Yapmak
istediğim plan ve projelere bir baksınlar.
Bunlar çok
önemli, ipuçları…
Ve daha
fazlası için, benim web siteme bir göz atsınlar…
Bu gibi
faydalı şeyleri hayata geçirmek için, illâ iktidara gelmeyi beklemek gerekmez.
Halkın
anlayacağı bir şekilde,
Yapacağı
toplantılarda, Mitinglerde,
Yazılı ve
görsel medya da, anlatmanın yollarını arasınlar,
Halkımızı
inandırmaya ve onlarda bir heyecan yaratsınlar…
Rahmetli
Turgut ÖZAL, bu konuda,iyi bir örnek.
Örneğin
CHP’nin bu konuda, büyük bir avantajı var. HALK TV, CHP’nin kanalı…
KÖY
ENSTİTÜLERİ VE KAYSERİ UÇAK FABRİKASI NEDEN KAPATILDI!?... BURADAN
HERKESİN ÇIKARACAĞI DERSLER VAR…
23 Nisan
1923 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu zaman;
Ülke harap
ve bitap haldeydi,
Okuma
yazma oranı, % 5-6 kadardı,
Yeteri
kadar öğretmen yoktu.
Trahom,
Verem gibi Bulaşıcı hastalıklar, kol geziyordu ama
Yeteri
kadar Hastane, Doktor, hemşire gibi sağlık personeli yoktu,
Sanayimiz
yoktu,
Halkımızın
% 80’i köylerde yaşıyordu,
Kalkınmayı
köylerden başlatmak ve ihtiyaç duyulan öğretmenleri yetiştirebilmek için;
1926
Yılında, o zaman Milli Eğitim Bakanı, Mustafa Necati zamanında,
Askerliğini
Onbaşı ve Çavuş olarak yapmış olanlar, kurstan geçirilmeye başlanmış,
Eğitmen
sıfatıyla, Köy okullarında, Öğretmen açığı kapatılmaya başlanmıştı.
Bundan
sonraki süreçte, her defasında, bir adım öteye giderek;
Bu
Eğitmenler, Köylüye ve öğrencilere, okuma-yazma öğretmenin dışında,
Demircilik,
Duvarcılık ve Tarım gibi konularda da, yetişmişler,
Ve bilgi
ve becerilerini, öğrencilere aktarmışlar, işçi gibi çalışarak, Köylüye de,
örnek olmuşlardır.
ATATÜRK
zamanında başlatılan bu gibi Eğitim faaliyetleri, bir adım daha öteye
götürülerek,
1938
Yılında ATATÜRK’ün ölümünden sonra, Cumhurbaşkanı olan İsmet İNÖNÜ döneminde,
Milli
Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL zamanında,
17 Nisan
1940’da KÖY ENSTİTÜLERİ kurulmuştur.
KÖY
ENMSTİTÜLERİ, 27 Ocak 1954 tarihinde, Demokrat Parti döneminde, kapatılmıştır.
Şimdi bu
kısa özetten sonra,
Böylesine
faydalı Eğitim Kurumlarının niçin ve nasıl kapatıldıkları konusunda,
Bir şeyler
söylemek istiyorum.
1926-1954
Yılları arasında,
Eğitmen
Kurslarından başlayıp, Köy Enstitüleri ile devam eden süreçte,
Buralarda
yetişen Eğitmenler, Öğretmenler ve öğrenciler sayesinde;
Ve doğru
uygulanan tarım ve sanayi politikaları ile
Bütçe
fazlalık vermeye başladı.
Mustafa
Kemal ATATÜRK’ün, her konuda isabet gören sözlerinden biri de şu idi:
İSTİKBAL
GÖKLERDEDİR, HAVACILIĞA ÖNEM VERİLMELİDİR, DİREKTİFLERİ DOĞRULTUSUNDA;
16
Şubat1925 Yılında, Türk Tayyare Cemiyeti kuruldu.
Daha
sonraki yıllarda, bu Cemiyetin adının, Türk Hava Kurumu olarak değiştirildiğini
görüyoruz.
Aynı yıl
içerisinde, kısa bir süre sonra, 15 Ağustos 1925’de;
Türk
Tayyare Cemiyeti ile Alman JUNKER firması arasında, bir anlaşma ile
Türkiye’de,
uçakların bakım ve onarımlarını yapmak,
Uçak motor
ve uçak imal etmek üzere,
Tayyare ve
Motor Fabrikası, Türk Anonim Şirketi, TOMTAŞ kuruluyor,
O zaman
TOMTAŞ’ın Yönetim Kurulu Başkanı, Konya Milletvekili Refik Bey, Milli Savunma
Bakanı Recep Bey idi.
Bu tarihte
Kayseri’de henüz elektrik bile yokken…
Alman
Hükümeti de, bu projeye çok önem veriyordu…
Uçak
fabrikası, Kayseri de kurulacak,
Uçakların
bakımı, Eskişehir’de kurulacak bir Atölyede yapılacaktı.
Fabrika 6
Ekim 1926’da imalat yapacak duruma geldi ve açılışı yapıldı.
Bu
fabrikada 250 Uçak yapılması planlanıyordu ama JUNKER A-20 uçaklarından ancak,
15 adet imal edilebildi…
Başlangıçta,
Türk Ordusu’nun envanterinde bulunan JUNKER A-20 ve diğer uçakların bakım ve
revizyonları yapıldı.
JUNKER
firması, diğer uçak imalatı yapan firmaların da, olumsuz yöndeki çabaları ve
ekonomik nedenlerden dolayı,
Ayrıca bu
şirket, siyasi tartışmalara da açık olduğundan,
Sorunlar
yaşanmaya başladı…
27 Ekim
1928’de TOMTAŞ iflas etti,
3 Mayıs
1929’da Almanlar, tüm hisselerini, Türk Tayyare Cemiyeti’ne devretti.
JUNKER ile
yapılan anlaşma, 30 Ocak 1930’da iptal edildi.
Mahkeme
JUNKERS firmasına, tazminat ödenmesine hükmetti.
Daha sonra,
Türk Tayyare Cemiyeti, Kayseri Uçak Fabrikası’nı;
1931’de,Milli
Savunma Bakanlığı’na devretti.
Fabrika
yeniden çalışmaya başladı.
Milli
Savunma Bakanlığı;
ABD
firması CURTİS WEİGH ile lisans anlaşması yaparak, uçak üretmeye devam etti
Bu
fabrikada;
1926 -1939
Yılları arasında;
3 Ayrı
modelde,50 adet TÜRK KUŞU adını taşıyan planör imal edildi.,
1936’da,Alman
Gothaer Waghon Fabrik AG lisans anlaşması yapıldı,
1937’den
itibaren, Alman Gotha uçaklarından 45 adet,
1937’de
Polonya şirketi ile yapılan anlaşma gereği;
20 Adet
PZL-24 A
ve 24-C uçakları ile.
112 Adet,
İngiliz Millers Magişster uçağı imal edilmiştir.
JUNKER
firmasının imal ettiği,15 adet A-20 uçaklarını da dahil edersek;
Toplamda,
Kayseri uçak Fabrikasında, 200’e yakın uçak imal edilmiştir
1038’de Mustafa
Kemal ATATÜRK’ün ölümünden sonra,
Kayseri
Uçak Fabrikası, Dünyada uçak imal eden uçak fabrikalarıyla, rekabet edebilecek
seviyeye gelmiş, Hollanda’dan bile sipariş almıştır.
ATATÜRK’ün
ölümünden önce, imal edilen uçaklardan biri,
ATATÜRK’ün
emri ile
İran’a
hediye edilmiştir.
Neticede.
değişik adlar altında, hizmete devam eden Kayseri uçak fabrikası,1952’de,
Ankara
ATATÜRK Orman Çifliği’nde kurulan Uçak Motoru Fabrikası, 1954’te,
Demokrat
Parti döneminde,sipariş almayı durdurdu ama
Daha öce
yapmayı taahhüt ettiği imalatları yapmak için,
Üretim
1956 yılına kadar devam etti.
Bu
Tesisler 1962’ye kadar, MKE’nin elinde kaldı ama
1957’de,ABD
ile yapılan gizli bir Anlaşma ile
Havacılık
konusu ve uçak imalatı, tamamen, gündemden çıktı…
1939’dan
sonrasında yaşanan sorunları, Halkımıza çok iyi anlatmamız lazım.
KÖY
ENSTİTÜLERİ’nin de 1950’’de kapandıklarına vurgu yapmıştık.
Bunlar,
tesadüfi şeyler değil. Nedeni kısaca şöyle;
ATATÜR’’ün
öldüğü 1938’de,
Yaklaşan,
2.Dünya savaşının ayak seslerinin duyulmaya başlanması,
1944’de,Sovyetler
Birliği Lideri STALİN’in Türkiye’yi tehdit edip,
Bizden
Kars, Ardahan ve Artvin’i istemesi,
Boğazlarda
bir Üs talebi;
Türkiye’yi
Sovyetler Birliği’nin tehditlerinden korumak için,
Bizlerin
Amerika’ya yaklaşmasına ve NATO’ya girmemize vesile oldu.
Türkiye
gerekli önlemi aldı ama
Cumhurbaşkanı
İsmet İNÖNÜ’nün uyguladığı akılcı ve gerçekçi bir dış politika nedeniyle
Türkiye
2.Dünya Savaşına katılmadı ve böylece, Toprak Bütünlüğümüzü de koruduk ama
NATO’ya
katılmamız ve Amerika’nın talepleri doğrultusunda,
Onların
bizlere yazdığı reçeteyi uygulamak zorunda kaldık.
1 Nisan
1939’da Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ile bir İmtiyaz anlaşması
imzaladı.
TRUMAN
Doktrini gereğince;
5 Yıllık
Kalkınma planlarından vazgeçtik,
Köy
Enstitüleri’ni kapatma kararı aldık,
Uçak
fabrikasını kapatma kararı aldık,
Çok
Partili döneme geçmeyi, taahhüt ettik,
1950
Seçimlerinde, Demokrat Parti iktidara geldi,
NATO’ya
girmemizi çabuklaştırmak için, Kore’ye Asker gönderdik.,
Amerika’ya
borçlandık,
Tarım
ürünleri ithal etmeye başladık…
Bir
İktidar değişimi ile
Cemaatler
türemeye ve Kur-an kursları açılmaya başladı…
Amerika
Türkiye’nin sanayileşmesini istemiyordu.
İhtiyaç
duyulan 300 Milyon Dolar’ı Türkiye’ye vermek istemeyince,
O zaman
Başbakan olan Adnan MENDERES, Rusya’ya yöneldi….
Amerika’nın
bir etkisi ve yönlendirmesinin olup-olmadığını, tam bilemiyoruz ama
Demokrat
Parti Hükümeti, Cumhurbaşkanı Celal BAYAR, Başbakan Adnan MENDERES,
27 Mayıs
1960’da Askeri bir Darbe ile görevden uzaklaştırıldı,
Yassı Ada
Mahkemeleri kuruldu, yargılamalar neticesinde,
Yüreğimizi
sızlatan mahkûmiyet kararlar alındı…
Yaşı
ilerlediği için, Cumhurbaşkanı Celal Bayar,
İdam
edilmekten kurtuldu ama
Başbakan
Adnan MENDERES,
Dış İşleri
Bakanı Fatin Rüştü ZORLU,
Maliye
Bakanı, Hasan POLATKAN, idam edildiler.
Bütün
zorluklara ve dayatmalara karşın,
Bir şeyler
yapmaya çalışan Devlet Adamlarımızı, minnetle, rahmetle anıyoruz.
Şimdi
tekrar 1939 yılına dönelim,
1 Nisan
1939’da, ABD ile bir imtiyaz anlaşması imzaladıktan sonra,
Uçak
üretimi, Türk Hava Kuvvetlerine verildi.
Türk Hava
Kurumu’nun geliştirdiği, Model 3, ya da Mehmetçik, jet motorlu Eğitim
Uçağından, 6 adet imal edilmek istendi ama
ABD’nin
LOCKHED firması, benzer uçaklardan, T-33 model, jet motorlu Eğitim Uçaklarını,
bedelsiz olarak, Türk Hava Kuvvetleri’ne verdi.
Bunun
üzerine, Türk Hava Kuvvetleri,
Yerli
imalat siparişini, iptal etti.
1947’’de
MARSHALL yardımı çerçevesinde, bol miktarda, Askeri malzeme ve Savaş uçağı,
bedelsiz olarak verilmeye başlandığından,
Kayseri
uçak fabrikası, iflasın eşiğine geldi….
1952’de
Makine Kimya Endüstri Kurumu MKE’ye devredildi.
Böylesi
bir devir sorasında, yeni bir şipariş alımadı ama,
Daha önce
siparş edilenleri, yapmak üzere, üretime devam edldi.
Bu
Tesisler, 1962 yılına kadar, MKE’nin elinde kaldı ama
1957’de,
ABD ile yapılan gizli bir anlaşma sonucunda,
Kayseri
Uçak Fabrikası ve Yan Kuruluşlarında,
Havacılık
ve Uçak imalatı konusu, tamamen kapanmış oldu.
Uçak
Fabrikası Tesisleri,, şu an,Hava Kuvvetleri Komutanlığı,Hava İkmal ve Lojistik
Komutanlığı’nda, uçak bakım ve onarım hizmetlerinde kullanılmaktadır.
NURİ
DEMİRAĞ’IN HAVACILIK FAALİYETLERİ VE UÇAK İMALATI GİRİŞİMİ…
Özel bir
girişimci de olan, Nuri DEMİRAĞ,
Türkiye’nin
ilk Uçak Mühendisidir.
Nuri
DEMİRAĞ’ın İstanbul – Yeşilköy’de, şimdi ki Atatürk Hava Alanı’nın olduğu
yerde,
Bir GÖK
Okulu vardı.
İstanbul-Beşiktaş’ta
bir Tasarım ve Uçak Prototip Atölyesi vardı.
Sivas-Divriği’de
Uçak fabrikası ve Havacık Okulu vardı.
TÜRK Hava
Kurumu THK’ya, 65 adet Planör,
10 Adet
Eğitim uçağı yapıp, teslim etti.
Kendi
geliştirdiği NUD-36 Eğitim uçaklarından, 24 adet imal etti.
Almanlar
ile NUD-38 model uçak geliştirdi ama
Şartnameye
uymadığı gibi gerekçelerle, reddedildi.
Bilirkişi,
bu uçaklar hakkında olumlu yönde bir görüş ortaya koydu ama,
Her
nasılsa, Mahkeme heyeti, olumsuz yönde bir karar verdi….
Böylece
2.Dünya Savaşı öncesinde, uçak yedek parçaları da imal eden fabrika,
Yeni uçak
siparişi alamadığı için, ekonomik nedenlerden dolayı,
Kapanmak
zorunda kaldı….
Bu
gelişmeler, 1 Nisan 1939’da ABD ilE Türkiye arasında imzalanan, imtiyaz
alaşması ve TRUMAN Doktrini gereği,
Köy
Enstitüleri’nin ve Yerli uçak yapımından vazgeçilmesinin istendiği bir zamana
rastlıyor….
Bu
dönemde,
MARŞAL
Yardımı çerçevesinde ve daha öncesinde,
Türkiye’ye
bedelsiz olarak, Askeri Malzeme ve uçak verilmeye başlanmıştı…
Nuri
DEMİRAĞ’a da, destek olunmamasının asıl nedeni bu.
2. Dünya
SAVAŞI ÖNCESİNDE, Sovyet tehdidi altında olduğumuzdan,
ABD’ye
bazı tavizler vermek zorunda kaldığımızı anlıyorum da,
Özel kesim
olarak,
Nuri
DEMİRAĞ’ın bir şekilde desteklenmesi,
Havacılık
ve Yerli uçak imalatı çalışmalarının, devamı sağlanmalı idi…
Her vesile
vurgulamaya çalışıyorum;
Türk
Milleti olarak, zaman zaman güzel ve faydalı şeyler yapıyoruz ama
Bizde
süreklilik yok.
Bence
İran, bu gibi konularda çok başarılı…
İran’ı kim
idare ederse etsin,
Milli
menfaatlerini koruma konusunda,
Kararlı ve
çok ustaca davranıyorlar.
Herkes
gereğini ve görevini iyi yapıyor.
Örneğin
nükleer program vesilesi ile
Başta ABD
ve diğer Batı ülkeleri ambargo uyguladı ama
Sonunda en
az hasarla, bu işin altından da kalktılar,
Bir
şekilde İran, nükleer programını geliştirmeye devam ediyor.
Havacılık
ve Yerli uçak yapımı girişimleri vesilesi ile
Bu gün
başta Kayseri ve İstanbul olmak üzere,
Teknik
personelin yetişmesinde ve Sanayimizin, bu gün küçümsenemeyecek seviyesine
gelmesinde,
Önemli
katkıları olduğunu, söyleyebiliriz….
KÖY
ENSTİTÜLERİ VE YERLİ UÇAK YAPIMI KONUSU, GENİŞ OLARAK TARTIŞILMALI, VE DAHA
MÜKEMMEL OLARAK, YENİDEN İHYA EDİLMELİDİR…
Bu gün
içine düştüğümüz zor durumdan kurtulmak için,
1938’den
itibaren, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ölümü ile kesintiye uğrayan, gerçek
anlamdaki kalkınma faaliyetlerine,
Kaldığımız
yerden devam etmek için,
Köy
Enstitüleri’ni daha gelişmiş şekliyle, yeniden kurmamız,
En iyisi
olmak üzere, kendi uçağımızı ve kendi ileri teknolojimizi de kurmak için,
Gerekli
girişimlere yeniden başlamamız lazım…
KISSADAN
HİSSE İLE DERS ALINACAK KONULAR
O zaman
Cumhurbaşkanı olan, İsmet İNÖNÜ’nün;
Şu sözleri
çok önemli, çok anlamlı:
Büyük
Devletlerle, ittifak yapmak;
Ayı ile
yatağa girmek gibidir.
Buna şu
sözleri de, ilave etmek lazım:
Rusya’yla,
elbette iyi geçinmeye çalışacağız,
Ticari
ilişkilerimizi de, geliştireceğiz ama
Tedbiri
elden bırakmamak açısından;
Bağımlılık
yaratacak, anlaşmalardan da, uzak duracağız.
Mesafeli
olmak, en doğru bir yaklaşım…
Beşar
ESAD’ı devirmek ve Şam’da Emevi Camii’nde namaz kılmak gibi saplantılar ve
yanlış Suriye politikası yüzünden;
Beşar
ESAD’ı, Ülkesini korumak adına, Rusya’nın kucağına attık.
Rusya,
Suriye’ye iyice yerleşti ve yeni kazanımlar elde etti,
Bundan
sonrasında;
Rusya’yı,
Suriye’den kimse çıkaramaz….
KÖY
ENSTİTÜLERİ’NİN KAPAMA NEDENLERİNDEN BİRİ DE; İRTİCAİ FAALİYETLERDİR.
Günümüz
sorunlarına, ışık tutmak için,
Bu konuda
da, bir şeyler söylemek istiyorum.
O dönemde
Kars Milletvekili de olan, Köy Ağası Kinyas KARTAL şöyle diyor.:
Köyde en
eğitimli olan benim.
Köy
Enstitüleri’nin kurulması sonucunda,
Köylünün
okuma-yazma öğrenmesi,
Köylü
çocukların okuyup, meslek sahibi olmaları, kültür seviyelerinin yükselmesi gibi
nedenlerle
Artık, Köy
Ağalarının eski etkinlik ve saygılıklarının kalmadığına işaret ediyor.
Benzer
durum ve sorun;
Bazı Köy
İmamları, Şeyhler ve Hocalar içinde söz konusu….
Sonunda,
Köy Enstitülerinde;
Kız ve
erkek öğrencilerin, bir arada ders görmeleri,
Sanatsal
faaliyetlere de yönlemeleri gibi sebeplerden dolayı,
Din Elden
gidiyor,
Çocuklarımız,
Dinsizleştiriliyor gibi söylemlerle,
Halk
kışkırtılmaya çalışılıyor,
Ve
taraftar da bulan, aşırı Dinci guruplar,
Köy
Enstitülerini basıyorlar,
Kütüphanelerdeki
kitapları, yırtıyorlar, yakıyorlar…
Sonuçta
özgürlük adına,
Onları
memnun etmek, oylarını da almak adına olsa gerek,
Yeni
iktidar olan Demokrat Parti, iyi niyetle de olmalı ki,
Onların
siyasetini, benimsemese de
Hocalarla,
Şeyhlerle, zıtlaşmak istemiyor,
Zaten
Amerika’nın talepleri ile kolu, kanadı kırılan, Köy Enstitülerini,
Tamamen
kapatıyor.
Haksızlık
etmemek açısından, burada, bir hususa daha, dikkat çekmek istiyorum.
Başta
Demokrat Parti ve diğer Merkez Sağ yönetimler;
Din
eksenli gruplarla bağlarını gevsek tutmuşlardır ama,
Kimsenin
Dinine, imanına,inancına karışmadan,
Kimseyi
birbiriyle takıştırıp, tokuşturmadan,
Büyük bir
kısmı doğrudan, küçük bir kısmı da,koalisyonlar olmak üzere,
Türkiye’yi
50 yıla yakın bir süre, idare etmişlerdir.
Bu gün
Türkiye’de huzur ve güvenin, yeniden tesis edilmesinde,
Merkez Sağ
bir Partinin öne çıkması lazım.
Bunun da
şimdi, ADALET PARTİSİ olduğu anlaşılıyor…
YENİDEN
TOPARLANMAK VE HAMLE YAPMAK İÇİN;
ALMANLAR,
ÖRNEK ALINABİLİR.
Burada
öncelikle Alman mallarının niye tercih edildiği,
İklim ve
coğrafyanın da el verdiği ölçüde;
Tarım,
hayvancılık, sanayi, eğitim, sağlık gibi her konuda, bir Dünya devi olmalarının
nedeni,
Alman
Halkının her işin en iyisini, en doğrusunu yapmak arzusundan kaynaklanmaktadır
Bir örnek
olması açısından;
Almanya’daki
Meslek okulları konusunda, bir şeyler söylemek istiyorum.
Almanya’da
her Mesleğin bir okulu var.
Bir
Kasabın, bir Ayakkabı tamircisinin, bir Elektrikçinin,
Mesleki
faaliyete başlayabilmesi için, uygulamalı bir eğitimden geçmesi ve yeterlilik
belgesi alması lazım.
Sözde
bizdeki gibi, Derneklerden alınan belgeler yeterli olmuyor.
Ben bu
gibi konularda da, kafa yoruyorum.
Türkiye’de
işsizliğin nedenlerinden ve sanayinin sorunlarından biri de,
Uluslar
arası standartlarda, yetişmiş ve yeteri kadar vasıflı ara eleman
olmayışındandır.
Bir yerden
başlamak adına;
Benim
Meslek Okulları için, düşüncem ve önerim şudur:
Örneğin,
Pide, kebap, Berber, Kuaför, Kaynakçı, elektrikçi gibi bütün dallarda,
Her sanat
dalı için,
Bir sanat
erbabının bilmesi gereken konularda,
Uzman
kişiler tarafından, standartlar hazırlanır,
Jüri
üyeleri tespit edilir,
Sonrasında,
örneğin Ankara’dan, İstanbul’dan başlanır,
Her meslek
dalında yılın en iyi sanat erbabı, yarışması yapılır.
Yarışmayı
kazanan ustalara, cazip para ikramiyeleri verildiği gibi,
Açılacak
Meslek Okullarında, öğretmenlik yapması da sağlanır.
Yani
Meslek Okullarında , pratik ve uygulama Hocası olmanın ilk şartı ve tercih
nedeni,
Kendi
dalında, yarışma kazanmış olmak
Böylesi
bir başlangıç,
Toplumda
bir heyecan yaratmak açısından, çok yararlı olur.
Örneğin,
ben biliyorum ki, Adana Kebabı’nın standardı çıkartıldı.
Etin
kalitesi, şöyle olacak,
Palayla
ufalanacak, iri kıyma haline getirilecek, şişin şekli ve nasıl
pişirileceği,nasıl servis edileceği gibi, bütün detaylar ortaya konulacak….
Ben
Akçaabat köftenin de standardının çıkarıldığını biliyorum.
Örneğin
kıymalı pide, ya da, lahmacun.
Bunların
da, tanınmış bazı yörelere göre, çeşitleri ve farklılıkları vardır.
Standardı
çıkartılıp, tespit edilmeyenlerin, standartları hazırlanacak…
Örneğin
sizler, Adana kebabı yemek için, bir kebapçıya girdiğinizde,
Öncelikle,
o kebapçının, Adana kebabı için, eğüitim belgesinin olup, olmadığına
bakarsınız…
Kalite
böyle yükselir,
Dünya
standartları, böyle yakalanır.
Almanya’da
bir Pansiyonda da, kalsanız, bir otelde de kalsanız;
Kahvaltıda,
benzer şeyler vardır.
Bunların
miktarı, sayısı, alınması gerekli kalori, vs, hep tespit edilmiş…
Bir
poğçanın, bir simitin de, hep standardı var.
Kimse, ne
kalitesinden feragat edebilir, ne de gramajından çalabilir.
Almanya’da
her işin temeli Eğitimdir, kalitedir
Almanya’yı
görenler,
Orada
çalışan vatandaşlarımız,
Orada
Okuyanlar,
Orada
işlerin nasıl tıkır tıkır yürüdüğünü bilir.
Özellikle
ben, Almanları iyi tanırım.
Almanya’da
her şey, bir düzen bir intizam içinde,
Herkes
sorumluluğunu, görevini, uyması gereken kuralları bilir.
Niye biz,
bunları görmek, uygulamak istemiyoruz?...
AVRUPA
ÜLKELERİ İLE ÖZELLİKLE, ALMANLARLA İYİ GEÇİNMEMİZ LÂZIM
Almanya,
İngiltere, Fransa, Hollanda, Avusturya, İsviçre, İsveç, Lüksenbug, Danimarka
gibi ülkelerde,
5 Milyon
kadar vatandaşımız yaşıyor.
İhracat ve
ithalatımızın da büyük bir kısmını, bu ülkelerle yapıyoruz.
Avrupa
Birliği AB’ye girmek için, yıllarca bekledik.
AKP
döneminde, sadece müzakerelere başlayabilmek, tarih alabilmek için,
Büyük
tavizler verdik.
Ankara-Kızılay
meydanın da, bayram yapar gibi, kutlama yaptık.
AKP, kendi
iktidarını sağlama almış olmalı ki;
Son
zamanlarda ve günümüzde, muhalif Gazeteleri, Gazetecileri, Yazarları, baskı
altına almaya,
Yargılamadan
tutuklamaya başladı.
Tutuklanan
Gazeteciler ve İnsan Hakları Savunucuları arasında, Alman uyruklu olanlarda
var. Aynı şekilde Muhalif Öğretim üyelerini ve Muhalif sendika ve Sendikacılar
üzerinde de, baskı oluşturmaya,
Ya da
tutuklamaya başladı.
Milletvekillerini
de, yargılamadan, hapse atmaya başladı.
En sonunda
da, CHP İstanbul Milletvekili Enis BERBEROĞLU….
M15 Temmuz
2015’te, başarısız darbe girişiminden bu yana,bir yılı aşkın bir zaman
geçmesine rağmen,
Hala
Olağan Üstü Hal uygulaması, kalkmış değil.
FETÖ bahanesi
ile 100 Bin’in üzerinde kişi, işinden olmuş,ya da hapse atılmış.
Suça
gerçekten iştirak etmiş olanlar için, bir diyeceğimiz yok ama
FETÖ
bahanesiyle, muhalif kişilerin, sol görüşlü diye tabir edilen kişilerin de,
İşinden
olduğu, içeri atıldığı iddiaları var.
Avrupa
Ülkelerinin, zaman zaman bize karşı, hasmane tutumları olmuştur ama
İnsan
hakları, Hukukun üstünlüğü, Basın özgürlüğü gibi konular;
Avrupa
Birliği Ülkeleri ve Avrupa Parlamentosu için,
Olmazsa,
olmazlardandır,
Vazgeçilmez
hususlardandır….
Bu gibi
konularda, yapılan uyarılara;
AKP Genel
Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN,
Bu
uyarıları yapanlara, örneğin Avrupa Birliği Parlamentosu Başkanı Marten
SCHULZ’a,
Sen kimsin
yaa, terbiyesiz gibi ağır ve aşağılayıcı ifadeler kullandı.
Eğer işler
böyle devam ederse, AB umudu tamamen biter,
Görüşmeleri
askıya alırız gibi uyarılara karşın, verilen cevap;
Geç bile
kaldınız gibi ağır ifadeler, meydan okumalar…
Netice AB,
Türkiye ile müzakere çalışmalarını, dondurdu.
Yeni
Anayasa referandumu öncesinde,
Avrupa’da
yaşayan vatandaşlarımızın oylarını alabilmek için,
Bazı
AKP’li Milletvekili ve Bakanların, lobi çalışması yapma girişimlerine,
Başta
Almanya, Hollanda, Avusturya, müsaade etmedi.
Hatta
Hollanda, Dış İşleri Bakanı Mevlüt ÇAVUŞOĞLU’nun uçağının, Hollanda’ya
inmesine, müsaade etmeyeceğini açıkladı.
Almanya,
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın bir toplantı için
gideceği, Hamburg’ta, Miting yapmasına, müsaade etmeyeceğini açıkladı.
Her
defasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN,
Avrupa’ya
fırça atmaya, onlara insanlık ve demokrasi dersi vermeye çalıştı.
Onları
Nazi olmakla suçladı…
Biraz
yumuşak lisan kullanılsa, uyarılara biraz kulak verip, gereği yapılsa,
Avrupa ile
de, kanlı bıçaklı olmazdık!...
Neticede
bu gibi gergin ortamdan,
Türkiye
olarak, büyük bir zarar görüyoruz, dışlanıyoruz.
Almanya
Avrupa’nın sanayi ve ekonomik anlamda lideri…
Bu nedenle
Almanya örneğinden hareketle
Avrupa ile
ilişkilerimizin düzeltilmesi noktasında, bir şeyler söylemek istiyorum.
SADECE
ALMANYA’DA;
3
Milyondan fazla vatandaşımız yaşıyor, ekmek parası kazanıyor.
Türkiye’ye
gönderdikleri para ile de, Türk ekonomisine, katkıda bulunuyorlar.
Sadece bu
açıdan baktığımızda, Türkiye’yi Yönetenlerin,
Orada
yaşayan vatandaşlarımızın huzurunu bozmamak için,
Biraz
dikkatli olmaları gerekir.
Sonra,
Avrupa ile yaptığımız alış-verişin büyük bir kısmını, Almanya ile yapıyoruz.
Bindiğimiz
dalı, kesmememiz lazım.
Almanlar
iş ve görev konusunda düzgün ve dürüst insanlar.
Yetişme
tarzları ve kültürleri bizden farklı olduğundan;
Ne Alman
Halkı, ne de Alman Siyasetçiler,
Bizlere
benzemezler…
Eğer bir
Alman, bir defa, hayır anlamına gelen, NEİN derse,
Ondan uzak
duracaksın, zorlamayacaksın.
Çünkü
böylesi bir durumda, sözünden, kolay kolay dönmez…
Bizde bir
Fincan kahvenin, 40 yıl Hatırı var derler ya;
Bu sözün,
Almanlar nezdinde, bir önemi yoktur.
Onlar der
ki;
Bir
başkasının, ne bir Fincan kahvesini içerim,
Ne de 40
yıl, borçlu kalırım der…
Bu
itibarla, bir Alman;
Bir
siyasetçinin, asla kulu, kölesi olmaz, onu gözünde fazla büyütmez…
Bizdeki
gibi, görevini kötüye kullanma ve suiistimal gibi konular,
Almanya’da,
asla olmaz,
Olursa da,
gereği mutlaka yapılır…
Sıradan
bir Alman, bir yılda kazandığı para ile
Normal bir
şekilde yeme, içme giyim, opera, bale, müzik, tiyatro gibi sosyal etkinliklerin
masrafını karşılar,
Biraz
tasarruf eder,
Ve her
yıl, bir dış ülkede, mutlaka tatile gider.
Tatile
çıkma, Almanlar için, olmazsa, olmazlardandır.
Bizler
sadece, faydalı olanları, onlardan alalım yeter…
Bizde
herkesin, değil her sene, bir dış Ülkede tatil yapması;
Her sene
yurt içinde, tatile çıkabilecek kadar parası zor olur.
Zaruri ve
öncelikli masraflardan dolayı, artan parası fazla olmaz da, ondan!...
İşte
insanların bunu sorgulaması lazım…
Tüm bu
sorulara cevap olması için;
Önce,
Niçin Olmamız Gereken Yerde Değiliz sorusunu, kendimize sormamız,
Sonrada
bizi Yönetenleri ve Yönetmek isteyenleri sorgulamamız lazım.
Bizim
insanımızın da öyle bir geliri olsa,
Sanatsal
ve Kültürel etkinliklere katılsa,
Ve
Dünya’yı dolaşabilse;
Siyasetçiler,
bizim Vatandaşlarımızı da, öyle kolaydan kandıramazlar…
Almanya,
Hollanda ve Avusturya ile yaşadığımız sorunlar;
AKP’nin
Milletvekili ve bazı Bakanları ile
Cumhurbaşkanı
ve AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’nın;
Seçim
Dönemleri ve Yeni Anayasa referandumu öncesinde,
Bu
Ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın oylarını almak için,
Buraları
miting alanına çevirmek istedikleri ve bu Ülke Yöneticilerinin, böylesi bir
durumdan rahatsızlık duyup, buna müsaade etmek istemediklerinden
kaynaklanmaktadır.
Bu yüzden
onları faşistlikle, nazi olmakla suçladık.
Bu gibi
ithamlar, Onların kabul edecekleri şeyler değil…
Zaman
zaman, onlarında, Bizlere karşı, PKK’ya
destek olmak, onları Ülkelerinde barındırmak gibi konularda yanlışları, yanlı
tutumları olmuştur ama
Onların;
Türkiye’de
Hukuk işlemiyor,
Çok sayıda
Gazeteci, sadece gazetecilikten dolayı, içeride,
İşler
böyle devam ederse, AB Müzakerelerini, askıya alırız gibi uyarılar karşısında,
Bu uyarıyı
yapanlara,
Türkiye’deki
seçmenlere siyasi bir yarar adına;
Sen
kimsin, haddini bil, terbiyesiz gibi aşağılayıcı ifadeler ve yaklaşım tarzı,
Avrupa ile
ilişkilerimizi bozan, temel nedenlerdir.
Bu gibi
meydan okumalar da, doğru bir yaklaşım değil.
Uluslar
arası ilişkiler, karşılıklı çıkar esasına dayanmalıdır.
Yukarıdaki
gibi yanlış yaklaşımlar;
Sadece
Avrupa ile değil,
Diğer
Ülkeler ile de ilişkilerimizi zora sokan, bozan nedenlerdir.
Bu gibi
siyaset yürütme şeklinden,
Öncelikle
Türkiye zarar görür ve görmeye devam ediyor….
Yukarı da
isimlerini saydığım diğer Avrupa Ülkeleri,Avusturya,Hollanda, İsviçre,
İngiltere, Fransa …..gibi ülkelerin;
Yöneticileri
ve bu Ülkelerde yaşayan insanların düşünce ve algılama şekli de;
Almanlarınkine
benzer olduğundan,
Ölçüyü
kaçırmamamız lazım…
HALKIMIZ
ÖNCELİKLE KENDİ ÇIKARLARINI KORUMASINI BİLMELİ SİYASETÇİLERİN
KALİTESİNİ SORGULAMALIDIR,…
Bulgaristan’da
Hükümet, birkaç yıl önce, elektriğe zam yapmıştı.
Halk,
protestolara başladı.
1 Hafta
devam eden protestolar sonucunda, Hükümet istifa etmek zorunda kaldı.
Biz zaten
elektriği pahalıya kullanıyoruz.
Üstelik
başkalarının kaçak kullandığı elektriğin parasını da, bizlere ödetiyorlar.
Devlet,
özellikle Güneydoğu bölgemizde, kaçak elektrik kullanımını önleyemiyor,
Paraların
da tahsil edemiyor gibi gerekçelerle,
Elektrik
dağıtım işini Özel sektöre vermişti.
Özel
sektör, kaçak elektrik kullananları tespit etmek ve parasını da, tahsil etmek
durumunda…
Kimin
kaçak elektrik kullandığını tespit etmek,
Teknik
açıdan mümkün...
Peki,
Devlet, özel sektörün tahsil etmediği, edemediği, ya da etmek istemediği
elektriğin parasını;
Niye özel
işleticiden tahsil etmiyor da,
Kayıp-kaçak
bedeli olarak;
Borcunu
ödeyen vatandaşların sırtına yüklüyor?
Normalde
bir şekilde görevini yapmayan, yapamayan bir şirketin,
Sözleşmesinin
iptal edilmesi gerekir.
Peki bu yapılıyor
mu? Yapılmıyor…
Hükümetin
istifasından vazgeçtik,
Enerji
Bakanı sorumluluk duyup, görevinden istifa etmek gereğini duyuyor mu? Duymuyor.
Başka bir
örnek:
İskandinav
Ülkelerinden Letonya’da, büyük alış-veriş merkezi AVM’de;
Fazla
yağan kardan dolayı, çatı çöküyor.
Enkazın
altında kalanlardan, hayatını kaybedenler oluyor.
Yağan kar
sonucu çöken AVM çatısından,
Ülkenin
Başbakanı sorumluluk duyup,
Kontrol
işlerinin yeterince yapılmadığı gibi gerekçelerle kendinin de sorumlu olduğunu
düşünerek,
İstifa ediyor.
Peki
Türkiye’de böyle bir şey olur mu?Olmaz!...
Bu gibi
konular, bir gelişmişlik meselesi, bir kültür meselesi….
Bizde ise;
Bazı
vatandaşlarımız,
Oy almak
için, esip gürleyen, başkalarının yaptıklarında kusur bulmaya çalışan
Siyasilere;
Duygusallığında
etkisiyle, oy verdiği, desteklediği de, ortada.
Bu
itibarla bu gün, yaşadığımız sorunların çoğu,
Bu gibi
nedenlerden kaynaklanıyor…
Siyasilerin,
eğer yaptıkları güzel şeyler varsa,
Elbette
desteklememiz lazım…
Onlara
saygıda kusur da etmeyeceğiz ama
Bize göre
yanlış işlerin, nedenini sormalı ve sorgulamalıyız.
Siyasilerin;
Vatandaşların
oyları ile seçildiğini,
Onlara
hizmet için,
Onların
sorunlarını çözmek,
Var
olduklarını, unutmamak lazım.
Bu gibi
konularda,
Bize ait
olan zaaflarımızı, tamamen ortadan kaldıramayız ama
Vatandaşlarımızın
kültür seviyesini yükseltmek ve bilinçlenmelerini sağlamak suretiyle,
Duygusallıktan
kaynaklanan sorunları, minimuma indirebiliriz…
SİYASİLERİN
kalitesinden kast ettiğim husus şudur:
Kesin bir
kural yok,
Bir
Siyasetçinin ağzı laf yapmalı ama
Bence ölçü
şu olmalı: Meclis’e girmek isteyen bir Milletvekili,
Yüksek
Eğitim görmüş olmalı, bir konuda uzman olmalı…
Bu
noktada, sıradan Mühendis olmak yetmez, sıradan doktor olmak yetmez, sıradan
ekonomist olmak yetmez.
Milletvekili
Adayları diyebilmeli ki;
Benim
uzmanlık alanım şudur, Türkiye’de bu konuda, en iyi kişiyim
Meclis’e
girdiğimde, Türkiye’nin şu sorununu halledeceğim gibi, iddialı sözler sarf
edebilmeli,
Dolayısıyla
vatandaşlarımız,
Bu
kriterlere uymayan Siyasetçilerin söylemlerine, vaadlerine fazla itibar
etmemelidir…
Zira bu
gün Türkiye’de 50 sene 100 sene öncesine nazaran,
Mukayese
bile edemeyecek kadar, seçme şansımız var…
Siyasi
Parti Genel Başkanları ise;
Potansiyel
Başbakan Adayları olduğundan,
Milletvekili
Adayları için, ön gördüğüm kariyer ve tecrübeye ilave olarak;
Birde
Siyasi Pati Genel Başkanlarının,
Cumhuriyet’le
O’nu kuranlarla, bir sorununun, bir takıntısının olmaması lazım…
Devlet’tin
işleyişini de, bilmesi açısında, Devlet’te çalışmış olması,
Ya da
idari konularda, Eğitim almış olması lazım…
Ayrıca
Meclis’te Toplumun bütün kesimlerin temsil eden,
Her
sınıftan Milletvekili olmalı…
Bu gün
Milletvekillerinin sayısında, Avukat kökenli olanların çoğunlukta olduğunu
görüyoruz..
Yine bir
kural yok ama Başbakan’ın Mühendis kökenli,
Cumhurbaşkanı’nın
ise,
Hukuk
kökenli olması, Danıştay, Yargıtay, ya da Anayasa Mahkemesi Başkanlığı gibi
önemli görevlerde bulunmuş kişilerden olursa,
Türkiye
açısından, daha yararlı olur…
AŞIRI UÇ
PARTLER VE CEMAATLERDE DOĞRU TEKTİR… AŞIRI UÇ
PARTİLER VE CEMAATLER, MEVCUT SORUNLARI ÇÖZMEDİKLERİ GİBİ, YENİ SORUNLAR
YARATIRLAR…
Herkes
bilmeli ve anlamalıdır ki;
Çalışmadan,
üretmeden, hiçbir sorun çözülmez,
Miktarı
büyük boyutlara ulaşan ayni ve nakti yardımlarla,
Bir
süreliğine, bazı vatandaşlarınızın oyları ve desteği ile iktidarın ömrü biraz
uzatılabilir ama sürekli olamaz…
Gerektiğinde
Devlet, gerçek ihtiyaç sahiplerine her türlü yardımı yapmalı ama
Öncelikle
herkese, her sınıftan insanlara, iş imkânı sağlamalıdır.
Bunun
içinde önce, ek iş alanları yaratmak lazım.
Böylesi
bir durum da ancak;
İktidarın
ideolojik saplantılardan uzak,
Devlet
kademesinde bilgili, tecrübeli ve liyakat sahibi insanları göreve getirmesi ile
mümkündür.
Ama
uygulamada bunun böyle olmadığını, görüyoruz.
İmam-Hatipli
olmanın, ya da İmam-Hatip kökenli olmanın yeterli olduğunu, tercih edildiğini
görüyoruz.
AKP’li
Bakanların ve Milletvekillerinin büyük çoğunluğunun, İmam-Hatipli, ya da
İmam-Hatip kökenli olduğunu görüyoruz.
Dine karşı
değiliz ama
İmam-
Hatip okulları bir meslek okuludur ve Halkımızın Dini ihtiyaçlarını, karşılamak
için kurulmuşlardır.
Dolayısıyla
İmam- Hatip okullarını, ya da İmam – Hatip kökenlileri, her derde, her soruna
bir ilaç gibi görmekte yanlıştır….
Aynı
şekilde, normal Liselerin; İmam-Hatip okullarına çevrilmeye çalışılması da,
yanlış bir uygulamadır. Bu gibi zorlamalar ve laikliğe aykırı uygulamalar;
İnsanların
Eğitim hak ve özgürlüğüne, bir müdahaledir,
AKP’de
Liseleri İmam-Hatipleştirme baskısı öyle arttı ki,
Örneğin
İstanbul’daki Ermeni bir Papaz’ın Torunu ile Musevilerin Hahambaşı’nın Torunu,
TEOG
sınavı ve yerleştirme sonucunda,
Trabzon’da
bir İmam-Hatip lisesine çıkmıştı.
Bu gibi
örneklerde basınımıza yansıdı..
Şimdi
sorulması gereken soru şu: Yaa, Hıristiyan bir Ailenin çocuğu ile bir Musevi
Ailenin çocuğunu, İmam-Hatip okuluna yazılmaya, mecbur etmeye, zorlamaya, ne
hakkınız var?
Yoksa
onları da, Müslüman mı, yapmak istiyorsunuz?.
Herhalde
böylesi bir durum karşısında,
Ermeni
Papaz ile Musevi Hahambaşı, Torunlarını, kendi özel, Cemaat liselerine
göndermek zorunda kalmışlardır.
Eğer
böylesi bir zorlama, örneği Almanya’da çalışan, Müslüman bir Vatandaşımızın
çocuğuna yapılsa,
AKP’li
Yöneticiler, Almanya’ya söylemediğini bırakmaz,
Yandaş
Yazılı ve Görsel Basın, bir Propaganda malzemesi yapardı…
AKP’nin
Eğitim konusunda, normal Liseleri, İmam- Hatip’e çevirme konusundaki ısrar ve
zorlaması,
Kendi
ideolojisine uygun bir Gençlik yaratmak,
Ve böylece
İktidarını sürekli kılmak istediği şeklinde de yorumlanabilir
Bu gibi
zorlamalar ve yanlış uygulamalar,
Toplumun
huzurunu bozan, gelecek adına çoğu kişiyi endişelendiren hususlardır.
AKP’nin bu
gibi ideolojik saplantı ve uygulamalardan vazgeçmek istemediği de, birçok
örneklerle ortadadır.
Bu
itibarla,
İdeolojik
uç Partilerin ve Cemaatlerin, Türkiye’de mevcut sorunları çözmediği gibi, yeni
sorunlar yaratacağı da, bilinmelidir….
Kimsenin
Dinine, Mezhebine, İnancına karşı değiliz.
Din,
Mezhep, İnanç bir kurallar dizisidir ve bir araçtır, bir yoldur…
Dini,
Mezhebi, bir İnancı doğru anlamak için de,
Mantık yürütmeyi
doğru bilmek, felsefe bilmek lazım…
Bir araba,
bir uçak, bir füze yapmak için;
Öncelikle
bunun ilmini yapmak, eğitimini almak lazım…
Mustafa
Kemal ATATÜRK’ün şu sözlerini, hatırlatmak isterim:
“Medeniyet
dediğin öyle bir ateştir ki; Ona bigane kalanları yakar geçer…”
Bu gün,15
Yıldan beri Türkiye’yi idare etmekte olan,
AKP ve
O’nun fiili lideri konumundaki, şimdinin Cumhurbaşkanı ve AKP’nin Genel Başkanı
Recep Tayyip ERDOĞAN yönetiminde; BOP Eş Başkanlığı ve Eski Başbakan Ahmet
DAVUTOĞLU’nun mimarı olduğu Stratejik Derinlik politikaları nedeniyle,
ABD’nin
müttefikliğinde, Ortadoğu bataklığına saplandık….
Şaibeli
Referandumla kabul edilen yeni Anayasa ile Parlamenter Demokrasiden çıktık.
Şimdi bir
Ortadoğu Devleti olma yönünde,
Nihai
hedefin İslami kurallara göre yürütülen bir Türkiye yaratma çabalarını
görüyoruz.
Hak ve
özgürlüklerin kısıtlanmaya çalışıldığını,
Az
sayıdaki yazılı ve görsel basın üzerindeki baskıların, arttığını görüyoruz.
15 Temmuz
2016 başarısız darbe girişiminden bu yana.
Bir yılı
aşkın bir zaman geçmesine rağmen,
Halâ OHAL
kapsamında, KHK kararları ile yönetildiğimizi görüyoruz.
FETÖ ile
ne hale geldiğimiz zaten ortada…
Sonuç
itibarıyla, vurgulamaya çalıştığım husus şu:
AKP, Din
eksenli bir uç parti.
Bir anlık
kabul edelim ki; Marksist, Leninist, aşırı sol uç bir Parti;
Türkiye’nin
yönetimine gelmiş olsun.
Bu
ideolojinin temsilcisi siyası Parti,
Bu
defasında da Türkiye’yi, Rusya, ya da ÇİN tarafına çekmeye,
Onların
ideolojilerini, uygulamaya çalışır.
Siyasi
Partiler, mevcut Anayasa ve Yasalar çerçevesinde,
Belli bir
süre, Türkiye’yi idare etmek için, iktidar olmuşlardır.
Yönetim
şeklini değiştirmek için değil…
Benzer
sorunlar, Irkçı, kafatasçı bir siyasi Partinin yönetime gelmesinde de,
yaşanabilir.
Türkiye
diğer Ortadoğu ülkelerine benzemez.
Mustafa
Kemal ATATÜRK ve Silah Arkadaşlarının mayaladığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin
mayası tutmuştur.
Bazı
Dindar ve düşük eğitimli, sadece Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’dan dolayı,
İşin
aslını bilmedikleri halde, Referandumda evet oyu vermişlerdir ama
Yinede
HAYIR oyları fazla çıkmıştır.
Referandum
şaibeli şekilde kabul edilmiştir
ADALET
yürüyüşünde, bütün kesimlerin kenetlendiğini, bu yürüyüşe katıldığını gördük…
Toplumda
uyanış ve bilinçlenme, devam ediyor…
EKONOMİ
İYİ DEĞİL; VARLIKLARIMIZI SATARAK, BİR YERE VARAMAYIZ!...

Mirasyedi evlat gibi, elde ne varsa, bir bir sattılar. AKP’nin 15 yıllık, satış tablosu. Çoğu Atatürk’ün kurduğu tesisler, yabancıların eline geçti. Devlet zenginleşti ama millet hâlâ fakir.
Bunlar
arasında 10 liman. 81 Elektrik santrali, 40 İşletme, 3483 taşınmaz, 3 gemi ve
36 Maden sahası.
Bu
satışlar 50 Milyar Dolar gelir sağladı. Peki bu para Halkın cebine mi girdi?
Hayır.
Büyüme
beklenen seviyeye ulaşmadı.Yeni değerler üretilmedi.İşsizlik
azaltılamadıu..Türkiye kaybetti.
Elden
giden Milli servetlerimiz:
1) TÜRKTELEKOM’un
% 55’i Lübnanlıya., 2) TEKEL’in içki bölümü,İngiliz’e,
3) TEKEL’in
sigara bölümü, Hollandalıya., 4) THY’nin, % 26’ı, yabancı borsalara,
5) KUŞADASI
Limanı, İsrailliye., 6) İZMİR Limanı,Hong Kokluya,
7) İZMİR
PETRO Kimya, Azeriye., 8) PETKİM, Azeriye,
9) TÜPRAŞ’ın
% 14,76’sı yabancı borsalara., 10) POAŞ, Avustralyalıya,
11) HALK
Bankası’nın % 17’si yabancı borsalara., 12) DİGİTÜRK, Katarlıya,
13) Yapı
Kredi Bankası, İtalyana., 14) TELSİM, İngiliz’e,
15) ŞEKERBANK,
Kazakistanlıya
Şimdi,
burada Devlet’e ait bazı Kurum ve Kuruluşların ve taşınmazların satılması ile
İşlerin
iyi mi gittiği, kötü mü gittiği konusunda, bir şeyler söylemek istiyorum.
Eğer bir
Tüccar, BİR Sanayici, ya da bir iş adamı,
Mallarını
satmaya başlamışsa;
İşler iyi
gitmiyor demektir.,
Ya da o
kişi, iflas etmiştir demektir.
Böylesi
bir benzetme, Devlet içinde geçerlidir.
Bazı
Firmalar; İşlerini genişletmek için, Bankalardan borç almak yerine;
Toplam
hissenin bir kısmını, Halka, ya da Başkalarına satıp,
Hisse
karşılığında, kârlarına ortak ederler.
Anapara
beklemede kalır.
Şimdi
satışla, ya da, bir süreliğine işletmesi devredilen Kurum ve Kuruluşlarının,
Ya da,
yerli ve Yabancı borsalara satılan hisselerden elde edilen, 60 Milyar Dolar’ın;
Kazançlı
ve işsizliğe de çare olacak, yeni yatırımlarda kullanıldığını söyleyebilir
miyiz? Söyleyemeyiz.
Bu bir
açık kapatma işidir.
Dolayısıyla
işlerin iyi gittiğini de, kimse iddia edemez.
Satışların
kimlere ve hangi Devletlere yapıldığını, yukarı da gördük.
En ilginç
ve bizleri şaşırtan konu şu:
Kuşadası
Limanı’nn işletmesini, İsrail’e vermişiz…
Hani
İsrail’i yerden yere vuruyorduk!...
Dün
söylediğinin, bu gün tersini yapmak, yalpalamak;
Devlet
ciddiyeti ile bağdaşmaz…
Devlet
işlerinin iyi yürütülmediği,
İhalelerde
keyfilik yaşandığı gibi, konulara, daha önceleride, değinmiştik
Şu
örnekleri, tekrar hatırlatalım;
Belli ki
herkesle kavgalı olduğumuzdan, yada işlerin iyi gitmediği kanaati hasıl
olduğundan,
Yabancı
Devletler, ya da Yabancı Finans kuruluşları artık Türkiye’ye kredi açmıyorlar,
ya da, açmak istemiyorlar.
Osman
Gazi, Körfez Köprüsü,
İstanbul
3.Boğazici Köprüsü,,
İstanbul
Boğazı’nın altından geçen, Otoyol kanalı,
İstanbul
3.Hava limanı inşası gibi yatırımlara,
Normal
yollardan Devlet kredi temin edemediği için,
Bu
Projeler, Yap-işlet-devret modeli ile yapılmıştır.
Bu pahalı
bir yöntemdir. Astarı yüzünden pahalıya gelmektedir.
Osman Gazi
Köprüsü ile3.Boğaziçi Köprülerinden geçen araç sayıları,
Taahhüt
edilen sayıdan az.
1.ve 2.Boğaziçi köprülerinden toplanan
paralarda,
Bu
2.Köprüye aktarılıyor ama yine de, yetmiyor.
Sonuçta
noksan kalan para, Hazine’den karşılanıyor.Yani, Bizlerin cebinden çıkıyor.
Yap-işlet-devret
modeli ile yapılan bu projeler,
Türkiye
Cumhuriyeti ve Bizler için, bir Kara delik…
Gelir
getirmiyor, gelir götürüyor.
Bu
anlaşmalar, feshedilmelidir.
SİYASETEN
GELDİĞİMİZ NOKTADA; BASINA YANSİYAN, İÇİMİZİ SIZLATAN, BİZLERİ DÜŞÜNDÜREN BAŞKA
ÖRNEKLER.

SÖZCÜ Gazetesi,
AOÇ’deki dev araziye Amerikan elçiliği yapılıyor. ATATÜRK’ün toprağı, ABD’nin toprağı oldu. 37 Dönümlük bu toprağa, ABD, 88 Milyon TL ödemiş. Yakında AOÇ’nin kalan arazilerine, AVM ler, gökdelenler yapılırsa, kimse şaşırmasın.
Bekir
BOZDAĞ’ın söylediğine göre, bu araziyi, 1983 yılında, Kenan EVREN, Gazi Üniversitesine
satmış.
Gazi
Üniversitesi de, TOKİ’ye devretmiş. TOKİ’de ABD’ye satmış. Yani bu olaydan,
kendilerinin
bir ilgisinin olmadığını, söylemek istiyor.
Bu şeklen
böyle olsa bile Gazi Üniversitesi, kendi başına, böylesi bir işe, cesaret
edemez…
Bu nokta
da, şu soruyu soralım: Acaba Almanya’da, İngiltere’de, ya da Amerika’da,
Hiçbir
Yetkili, Devleti kuranlara, ya da Kraliyet Ailesine, böylesi bir saygısızlık
yapabilir mi? Yapamaz.
Ama
Türkiye’de oluyor işte…
Diğer bir
çelişki de şu:
Amerika
Birleşik Devletleri ABD’’’nin PKK’yı desteklediği, ona Silah ve cehhane
verdiği,
Sonuçta
Türkiye’yi de bölüp-parçalamak istediği de, ortada,
15 Temmuz
2016’da başarısız darbe girişimşinde, İncirlik Hava Üssü’nden, ABD desteği
verildiği de, ortada,
Diğer
yandan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN,
Darbenin
mimarı, Fethullan GÜLEN’in Türkiye’ye iadesini, ısrarla istemeye devam ettiği
halde,
Bu güne
kadar, böylesi bir iade gerçekleşmemiştir.
Durum bu
iken;
Kalkıp
birde, ATATÜR’ÜN Millete Emanet ettiği, ziraat ve hayvancılığın gelişmesinde
örnek olsun, katkı sağlasın diye kurduğu,
Modern bir
çiftlik arazisinde,
ABD’ye,
yeni Büyük Elçilik için, Toprak satıyorsunuz!?...
Böylesi
bir husus anlaşılır, kabul edilir bir şey değil….
Diğer bir
çelişki de, şurada;
Bütün
olumsuz gelişmelere rağmen, üstüne üstlük, ABD’’ye birde, AOÇ’de, Büyükelçilik
için torak satıyorsun ama
Diğer
yandan NATO görevi çerçevesinde, İncirlik Üssü’nde bulunan Alman Askerlerini,
ziyaret için gelen,
Alman
Yetkililere, İncirlik Üssü’ne giriş izni vermiyorsun!...
Bu
yüzden Almanlar, İncirlik’te bulunan
kendi uçakları için, başka bir yer arıyorlar….

SÖZCÜ Gazetesi
CHP açıkladı: Başkanlık Ulusal Güvenlik Birimi kurulmuş.
Burada da, şaşılacak bir şey yok aslında!.AKP, Anayasa ve yasalara uyma gereğini duymuyor
Bu husus,
karşılaştığımız problemlerin asıl nedeni….
3) 8 Ağustos 2017, SÖZCÜ Gazetesi,
ATATÜRK’e
dil uzatmayın
4)7
Ağustos 2017 Pazartesi, Cumhuriyet,
Türkiye’nin
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi için bildirdiği Aday listesi, ikinci kez
reddedildi,
5) 5 Ağustos 2017 Cumartesi,
Cumhuriyet Gazetesi,
Cumhuriyet Gazetesi,
AKP’li
Ayhan OGAN, katıldığı canlı yayında, Yeni bir Devlet kuruyoruz. Bu Devlet’in
kurucusu da,Tayyip ERDOĞAN dedi
Ayhan
OGAN’ın böylesi bir sözü,
Tayyip
ERDOĞAN’ın bilgisi dışında, söyleyebileceğini sanmıyorum.
Böylesi
bir söz, Anayasa suçu dur, aslında…
Yetkililer,
bizim ilgimiz yok. Bu düşünceler,Ayhan OGAN’a ait diyorlar ama
Peki, niye
AKP’den ihraç etmiyorlar?
6) 5 Temmuz 2017 Çarşamba,
Cumhuriyet Gazetesi,
Cumhuriyet Gazetesi,
Üyelerini
partili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın atadığı Hakimler ve Savcılar Kurulu,
Kararname
ile yargıda muhalif temizliği yaptı.
ÖNÜMÜZE
AKLIN VE BİLİMİN IŞIĞI ALTINDA, BİR DÜNYA DEVLETİ OLMA HEDEFİ KOYMAK; TÜM
SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ KONUSUNDA,
Türkiye
Cumhuriyeti, 16.büyük Türk devletidir.
Biz
Osmanlı’nın bir bakiyesiyiz. Osmanlı bir Dünya imparatorluğu idi.
Daha
önceleri, başka imparatorluklar da kurmuşuz. Toplam sayı; 16 büyük Devlet, ya
da Dünya imparatorluğu.
Çağdaş
Bilimi ve Akılı kendimize rehber edindiğimizde, yükselmişiz,
Bilimden
ve teknolojiden uzaklaşıp, birbirimizle kavga etmeye başladığımızda, gerileyip,
yıkılmışız…
Bir Türk
ve bir Müslüman olarak; Şu an niçin olmamız gereken yerde değiliz,
Bundan sonrasında,
musır medeniyetler seviyesine çıkmamız, hatta daha ilerisine gidebilmek için,
Öncelikle
bir durum tesbiti yapmak lazım.
Bu
maksatla bu gün, size 2 video band kaydı koyuyorum.
1)Çağdaş
Bilim ve Eğitimin önemini ortaya koyan, çok ilginç bir örnek.
Müslümanlarla,
Musevilerin, NOBEL ödülü bağlamında. Bilime katkıları.
Bu
araştırmayı, Pakistanlı Bilim Adamı Faruk SALEEM yapmış.
Sizlere
aynen aktarıyorum.
Bu araştırma ayrı bir bölüm halinde, daha aşağılarda.
Bu araştırma ayrı bir bölüm halinde, daha aşağılarda.
Şimdi özet
halinde, bazı tespitleri aktarıyorum.
İsrail
devletini oluşturan,
Dünya’nın
her tarafına yayılmış olan,
5-6 yıl
öncesine kadar, toplam nüfusu 14 Milyon olan, Yahudi olarak ta
adlandırabileceğimiz Musevi Toplumu,
Irkçı ve
yayılmacı bir Toplum olmasına karşın;
Dini
açıdan da tutucu olmalarına rağmen,
Eğitim
konusunda, kendilerine Dini değil de, çağdaş Bilimi ve aklı referans almışlar,
Aldıkları
eğitim sayesinde herkes,
Kabiliyetlerine
göre, en üst noktaya kadar okumuşlardır.
Toplam
sayıları az olmasına rağmen, Dünya’nın her tarafında önemli Makamlara
gelmişlerdir.
Bu gün
Dünya siyasetini belirleyenlerin, Museviler olduğunu söyleyebiliriz.
Şmdi100
yıllık bir süre içerisinde,
Müslümanlar
ile Musevi Toplum arasında, Nobel ödülü bağlamında, bilime katkı açısından, bir
kıyaslama yapmak istiyorum.
Dünyada
toplam nüfusu 1,5 Milyarı aşan Müslüman Toplumların, Türkiye dahil,
Nobel
ödülü bağlamında Bilime yaptığı katkı,5 Nobel,
Dünyadaki
toplam sayıları 14 Milyon olan Musevi Toplumunun ise,104 Nobel ödülü.
Sayıları 2
Milyara yaklaşan Müslüman Toplumların, Bilime katkı açısından;
14 Milyon,
bir avuç Musevi’nin çok gerisinde kalması;
Müslümanlar
açısından, son derece üzücü, son derece düşündürücüdür.
Museviler
Eğitimi, Dini esaslara göre değil,
Akıl,
Mantık ve Bilim çerçevesinde yürütüyorlar.
Dünyaya
hakim olmalarının nedeni de, bundan…
Davos’ta
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN,
İsrail
Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e one minute dedi ama
İsrail,
Akdeniz’de, uluslar sarası sularda, Mavi Marmara gemisini bastı, 9
Vatandaşımızı katletti ama sineye çektik,bir şey yapamadık..
İsrail,
Telaviv Büyükelçimizi, Makama çağırıp,
Alçak
koltuğa oturttu ama
Biz bir
şey yapamadık…
İsrail
Kudüs’te, Müslümanlara, Mescid-i Aksa Camii’nde Cuma namazı kılmayı yasakladı
ama biz Hükümet olarak,
Halkımıza,
bu durumu protesto için, eylem çağrısı yaptık….
Şimdi
sorulması gereken soru şu:
Eğer biz,
Türkiye olarak, eskiden olduğu gibi, Ortadoğu’da siyaseten bir ağırlığımız
olsaydı,
Ki AKP’nin
uyguladığı yanlış dış politika nedeniyle, komşularımızla düşman olduk.
Dünyada
Katar’dan başka dostumuz kalmadı.
Bunun
dışında, Amerika gibi, Rusya gibi, ÇİN gibi,
Almanya,
İngiltere, Fransa, Japonya gibi
Her açıdan
gelişmiş bir Dünya Devleti,
Bir süper
güç olsaydık;
Küçücük
İsrail Devleti, Türkiye’ye kafa tutabilir miydi?,
Bizimle
alay edercesine, aşağılayıcı beyanatlar verebilir miydi? Veremezdi…
2) KRT
TELEVİZYONU, Bihin EDİGE İle Gerçekleri Duymaya Hazır mısınız Programı
Konuşmacı: Gazeteci Yazar Ali BEKTAN
Konuşmacı: Gazeteci Yazar Ali BEKTAN
Konusu:
İslamiyet ve Uzaylılar
Bu video
band kaydı;
Bu son yazdığım
Makaleden önce yayına konulduğundan,
En
alttadır.
Zevkle
izleyeceğinizi söylemek isterim.
Özetle
şöyle: Şu anda bizde uygulanan İslamiyet’in;
Kur-an’ın
ve Hazreti Muhammed’in Bizlere öğrettiği değil de;
Vahhabi-Selefi
uygulaması olduğuna, vurgu yapılıyor.
Bu
Mezhebin de İslamiyet’in kendi amaçları doğrultusunda yozlaştırmak için,
İngilizler
tarafından kurdurulup, desteklendiğine vurgu yapılıyor.
120 Yıl
önce, Alan Kolby;
Kuzey
Müslümanları diye adlandırdığı Türkleri,
Hıristiyanlar
için bir tehdit unsuru olmaktan çıkarabilmek için,
Vahabi-Selefi
siyaseti uygulanması gerektiğine işaret ediyor.
Kur-anın
Ayetleri ile oynayamadıklarından,
Birileri
tarafından, maksatlı olarak;
Hazreti
Muhammed’in Hadislerinin dışında,
Çok sayıda
Hadis üretildiğine ve bunlarla,
İslamiyet’in
yozlaştırıldığına dikkat çekiliyor.
Bu gün
Kur-anı, en çok araştıranların, Bilimsel yönlendirmeleri bulup, yararlanmak
isteyenlerin de,
Amerikalı
Bilim Adamları olduğuna dikkat çekiyor.
Uzay ve
Uzaylılar hakkında, Kur-an’da Ayetlerin olduğunu söylüyor.
Eğer Dini
kurallarla Blim çelişiyorsa,
Orta da,
yanlış anlaşılan bir durum vardır.
Bu gün
yaşadığımız çelişki, buradan kaynaklanıyor.
Bu
itibarla Halkımızın doğru bilgilendirilmesi ve aydınlatılması konusunda,
Aydın Din
Adamlarına, çok büyük görevler düşüyor.
Eğer
önümüze bir Türk ve bir Müslüman olarak, her konuda gelişmiş bir Dünya Devleti
ve bir Süper güç olma hedefi koyarsak;
Sorunlar,
bıçakla peynir keser gibi, hemen halledilemez ama
Zaman
içerisinde artan bir tempo ile
İşsizlik,
Eğitim, Sağlık, Tarım, Sanayi gibi önemli konulardaki sorunlar
Alt yapı
hizmetleri dahil, gittikçe azalır,
Ve sonunda
tamamen çözülür.
Batı’nın
bu noktaya nasıl geldiği gibi tecrübelerden elbette yararlanacağız ama
Bu konuda,
onların reçetelerine uymak yerine, bağımsız olarak, bizler doğru olanı,
kendimiz bulup, uygulamaya koyacağız.
Bariz bir
şekilde, büyük bir fazlalık var.
Herkes
çocuğunun Doktor, Mühendis olmasını istiyor.
Seçtiği
branşta, genetik yapı olarak ta, bu iş için,
Çocukları
uygun mu, değil mi? Buna bakmıyor.
Bu ayrı
bir konu…
Türkiye’nin
ve sanayinin asıl ihtiyacı;
Standartlara
göre yetişmiş, yetenekli, kaynakçı, tornacı, elektrikçi gibi ara eleman
ihtiyacı olduğudur.
Fizik,
matematik ve daha başka soruların dışında;
Her branş
için, ara eleman da dahil,
Doğuştan
hangi meslek dalına uygun olduğunu tespit etmek mümkün.
İyi Eğitim
kurumları tesis etmenin dışında,
Bu
yöntemlerin de, kullanılması ve geliştirilmesi lazım.
Bizde
Kasaplar işi genelde, Kurban bayramında öğrenir…
Acemi
kasapların başına gelenleri, her sene tekrar, tekrar görüyoruz.
Bizde bir
çep telefonunu açıp, kurcalayan birisi, telefoncu diye karşımıza çıkabilir,
Bir saati
açıp, kurcalayan brisi, saat tamircisi olarak, dükkan açabilir.,
Sonunda
işini tam bilmediği, eğitimden geçmediği için, müşterinin. Malına da, zarar
verebilir.
Buna
benzer örnekleri çoğaltabiliriz.
Almanya’daki,
bu gibi uygulamalardan, istifade Edebiliriz.
HALKIMIZI
VE GENÇLERİMİZİ SOSYAL ALANLARA DA YÖNLENDİRİLMELİ.
Futbol,
voleybol, basketbol, atletizm, gibi sportif alanlarla,
Resim,
müzik, opera, tiyatro gibi sanatsal alanlarda da, Dünyada en iyi olmak için,
adımlar atacağız.
Bu gibi
faaliyet alanları, insanların, hoşça vakit geçirip,
Birbirileriyle
klaynaşmalarını sağlamak açısından,
Özellikle
gençlerimizin, kötü alışkanlıklardan uzak durması,
Terör
eylemlerine bulaşmaması açısından, çok yararlı olur.
Resim,
müzik gibi güzel sanatlar,
İnsanların
ruhunu terbiye etmesi, yüceltmesi açısından da, çok önemli.
Örneğin
ben, bu sonbaharda, 3.yıl olacak, Türk Sanat Müziği Koro çalışmalarına
gidiyorum ve Şarkı da, söylüyorum.
2 Müzisyen
Arkadaşın önerisi ve tavsiyesi üzerine, Ud çalmasını da öğreniyorum…
Benim
araştırma ve yapma yönüm ağır bastığından; Kendim için. Müzisyen Arkadaşımla Ud
ararken, bir Keman imalatçısı ile de, tanışma fırsatım oldu.
Bu gibi
konularda da, önceden biraz bilgim olduğundan,
Ona bir
keman imalatı için, gerekli malzemelerin, Türkiye’den karşılanıp,
karşılanmadığını sordum.
Kemanın
tellerinin, bağırsak, ya da, kromdan yapıldığını, dışarıdan geldiğini,
Kemanın
yayının, atkuyruğunun kılından yapıldığını,
Bununda
yurt dışından geldiğini,
Ağaç
kısmının ise, ladin ve akça ağaçtan yapıldığını,
Bu ağaç
türlerinin de, Türkiye’de yetişmesine rağmen,
İlgisizlik
ve Bürokratik engeller yüzünden,
Yurt
dışından karşılandığını söyledi…
Sizce de,
böylesi durumlar ilginç değil mi?...
Piyasada
başta piyano ve org olmak üzere, kaliteli çoğu müzik aletinin, Japon yapımı
olduğunu görüyoruz….
Peki, bu
gibi aletleri, bizler niye yapmıyoruz?...
Bu gibi
konularda,
Konservatuar
yetkilileri ve diğer Birimler ile de görüşüp, kişisel olarak, bir şeyler yapmak
istiyorum.
Özellikle
yayına koyduğum TSM Koro icraatlarıı vesilesi ile ilgili olarak,
Yaptığım
yorumları da, özellikle okumanızı ve yayın bantlarını, dinlemenizi öneririm.
Sanatsal
faaliyetler ve Müzik çalışmaları,
İnsanların
ruhuna hitap etmesi açısından, çok önemlidir.
Eğer
özellikle gençlerimiz, bu gibi faydalı alanlara özendirilirse,
Faydasız işlere
yönelmezler,
PKK, PYD,
DEAŞ, IŞİD, EL NUSRA gibi terör örgütlerinin tuzağına düşmezler.
MÜSLÜMAN
ÜLKELER ARASINDA, EN İYİ DURUMDA OLAN BİZDİK…
Cumhuriyet’in kurulduğu,23 Nisan 1920’den, günümüz 2017’ye kadar geçen 97 yıl içerisinde, Mustafa Kemal ATATÜRK ve Silah Arkadaşlarının kurduğu, Demokratik, Laik çağdaş ve Hukukun üstünlüğüne dayalı, Türkiye Cumhuriyeti sayesinde,
Cumhuriyet’in kurulduğu,23 Nisan 1920’den, günümüz 2017’ye kadar geçen 97 yıl içerisinde, Mustafa Kemal ATATÜRK ve Silah Arkadaşlarının kurduğu, Demokratik, Laik çağdaş ve Hukukun üstünlüğüne dayalı, Türkiye Cumhuriyeti sayesinde,
Bu günlere
geldik….
İslam
Ülkeleri arasında, En iyisiydik…
Uzaklara
gitmeye gerek yok;
Bölgemizde
iç savaştan kaçan insanlar,
Şeriat’la
yönetilen İran’a, Afganistan’a, Suudi Arabistan’a değil de;
Niçin hep
Türkiye’ye geliyorlar?...
Ya da iç
savaş hali olmasa da,
İslam
ülkelerinde yaşayıp ta durumu orta halli, ya da zengin olan, çoğu kişi,
Daha özgür
bir yaşam tarzına kavuşmak,
Gerek
kendi geleceklerini, gerekse çocuklarının geleceklerini garanti altına almak
için olmalı ki; Türkiye’de Mülk alıp, yerleşmek istiyorlar?
Türk Halkı
olarak, sahip olduklarımızın değerini,
Ve bu
günler, Cumhuriyet idaresi ile geldiğimizi, bilelim….
Ben inanıyorum
ki, bu zor günleri de, atlatacağız.
Böylesi
bir başlığı atmak gereğini niye duydum, biliyor musunuz?
Köy
Enstitüleri’nin nasıl Kurulup, nasıl kapandıkları,
Yerli Uçak
Sanayii’nin hangi zor şartlarda kurulduğunu, nasıl kapandığını sizlere detaylı
olarak, anlatmaya çalıştım.
Allaha
şükür hepimiz Müslüman’ız ama
Yeteri
kadar, belki yeterinden de fazla Cami olmasına rağmen;
Camii
yapmayı,
Okul,
Fabrika, İş yeri açmaktan, açanlara destek olmaktan, daha çok tercih ediyoruz.
Cami
İmamlarına gerekli saygıyı, sevgiyi zaten hep gösteriyoruz da,
Ünlü Bilim
Adamlarının söylediklerine, pek kulak vermiyoruz,
Onlardan
yararlanma yoluna gitmiyoruz.
Bu
noktadan hareketle;
Halkımızın
yararına olan, geliştirdiğim birçok projeye destek olunmadığını,
Halkımızın
sadece dinlemek ve bir kısmının da okumakla yetindiğini, söylemek istiyorum.
Bu
noktada; Aziz SENCER örneğinde de görüldüğü üzere; Mardin’ın bir Köyünde doğan
bir kişi, İstanbul’da Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra, Amerika’ya
gidiyor, orada Profesör oluyor,
Sonra
yaptığı araştırmalar ve buluşlar neticesinde,
Kimya
dalında, NOBEL Ödülüne layık görülüyor.
Şimdi
sorulması gereken soru şu:
Türkiye’de
okuyup ta, Yurt dışına Amerika’ya gittiğinde,
Başarılı
çalışmaları sonucunda, NOBEL Ödülü kazanabiliyor da,
Türkiye’de
niye kazanamıyor?
Öncelikle
bu sorunun tartışılması ve cevabının bulunması lâzım.
Ben birey
olarak, Türkiye’yi yönetenlerin dışında;
Bireysel
olarak, herkesin, kusuru olduğunu düşünüyorum.
Gerçi bu
gibi konular Web sitemde de var ama
Ben bu
vesile ile kısa bir özet sunmak istiyorum.
Ben Plan
ve Projeleri olan, işin içinden yetişerek gelen, Enerji Uzmanı, bir Makine
Yüksek Mühendisiyim. Bir Termik Santrali, projelendirebilirim. Hidro Elektrik
Santralleri ile de ilgili, yeni Nesil, Projelerim var.
Termik
Santrallerdeki sorunları,
Dünya
standartlarında çözebilecek bilgi, tecrübe ve donanıma sahip bir kişiyim.
Bu gibi
öneri ve iddiaları,
Henüz
Devlette çalışıyor iken, tüm yetkililere ilettiğim gibi,
Üç Enerji
Bakanı, Cumhur ERSÜMER, Hilmi GÜLER, Zeki ÇAKAN’a ilettiğim gibi,
En yüksek
Makam Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’na kadar ilettim.
Bunlar, şu
kişi, şunu yedi, bu kişi bunu yedi gibi, yolsuzluk iddiaları değil…
Bu
bilgiler, tamamen teknik konu ve bu sorunların, nasıl çözüleceğine dair, detay
bilgileri…
Bu vesile
ile şu hususu da, belirtmek isterim:
Yolsuzluk
neticesinde, Devlet’in uğradığı parasal kayıp;
Teknik
sorunlar çözülmeği, çözülemediği için;
Devlet’in
uğradığı zararım yanında,
Devede
Kulak gibi kalır….
Hazırladığım
raporların, yapmayı taahhüt ettiklerimin her biri,
Türkiye’nin
çağ atlamasına,
Gelişmiş
Batı Devletleri seviyesine çıkmamızı sağlayacak, örnek projeler, örnek işler.
işler.
Elektrik
Mühendisleri Odası, 3.Enerji Sempozyumu kitabında,
20 Sayfalık
bir Makale ekinde,
Çeşitli
kademedeki Yöneticilere sunduğum rapor ve dilekçelerin tarih, numara ve kime
verildikleri yazılı.
Bu
bilgilere, bu yoldan da, ulaşabilirsiniz.
Televizyon
programlarında, sunduğum bilgilere ve söylediklerime bir kulak verin.

Bu yeni geliştirdiğim bir proje.
10 Şubat
2016’da Kanal B Televizyonu’nda,
Bu
projenin adını, Soyadını söyledik ama Proje babın da ortaya koymaya süre
yetmedi,
Büyük
Televizyon kanalları,
Günlük
siyasi gelişmelerle uğraştıkları için,
Bu gibi
teknik konulara, girmeye vakit ayırmıyorlar, ayıramıyorlar.
Birde
Bizler, Batılılar karşısında duyduğumuz eziklik ve aşağılık kompleksini, henüz
üzerimizden atamadık.
İllâki
buluşları, önce yabancılar yapacak…
Televizyonlarda,
yazdığım makalelerde; Elektrik birim fiyatlarını,
Termik Santallerdeki
sorunları çözmek suretiyle,
Mevcut
yakıtla daha fazla elektrik üretebileceğimizi,
Hava
kirliliğini de,
Bu şekilde
önleyebileceğimiz için,
İnsan
sağlığını olumsuz etkilerden koruyabileceğimizi, artan kanser vakalarını
önleyeceğimizi,
Bitki ve ziraat
gibi konuların da, böylece hava kirliliğinden etkilenmeyeceğini,
Hep
söylüyorum, hep yazıyorum ama nafile….
Öncelikle
üzerimizdeki uyuşukluğu atmamız,
Kendi
çıkarlarımızı korumamız, sorgulamayı öğrenmemiz lâzım.
Devlet
Termik Santralleri iyi işletemiyor, daha pahalıya üretiyor gibi nedenlerden
dolayı,
Termik
Santralleri, Özel sektöre devretti ama
Özel
Sektörde, bu Santralleri, Dünya standartlarında çalıştırmasını bilmiyor.
Bu gün
geldiğimiz noktanın özeti bu.
Eğer
Vatandaşlarımız ve sanayicilerimiz, bu konuya sahip çıkıp, baskı oluştursalar,
Sorun daha
kolay çözülür.
Televizyon
Kanalları da, günlük siyasal gelişmelerin etkisiyle
Maalesef,
bu gibi konularla ilgilenmek istemiyorlar…
Bu
itibarla tüm vatandaşlarımızın, günlük sorunların dışında,
Çıtayı yükseltmeleri;
Siyasetçilere
biz niye Batı Devletleri seviyesinde değiliz,
Uzay
yarışında, niçin bizler yokuz diye sormaları,
Sorgulamaları
lâzım
Bundan
sonrasında, Vatansever Bilim Adamlarına,
Vatansever
ve ileri görüşlü Siyasetçilere ihtiyaç vardır….
Saygılarımla, 19 Ağustos 2017 Cumartesi
Makine Yüksek Mühendisi Ahmet YALVAÇ
Enerji Uzmanı – Gazeteci Yazar
Referans
Gazeteler:
1- 15
Ağustos 2017 Salı, SÖZCÜ
2- 14
Ağustos 2017 Pazartesi, SÖZCÜ(yarım manşet)
3- 10
Ağustos 2017 Perşembe, SÖZCÜ (tam sayfa manşet)
4- 8
Ağustos 2017 Salı, SÖZCÜ ( tam sayfa manşet)
5- 5
Ağustos 2017 Cumartesi, Cumhuriyet (yarım
sayfa manset)
6- 1
Ağustos 2017 Pazartesi, Cumhuriyet (yarım sayfa manşet)
7- 5
Temmuz 2017 Çarşamba, Cumhuriyet(yarım sayfa manşet)
AHMET
YALVAÇ & ANAYURT
Ahmet (Yalavaç)
YALVAÇ; Makine Yüksek Mühendisi, Enerji Uzmanı, Gazeteci, Araştırmacı-Yazar,
26 Ağustos 2011 Cuma
26 Ağustos 2011 Cuma
NİÇİN
OLMAMIZ GEREKEN YERDE DEĞİLİZ…..!?
Sevgili
ANAYURT Okurları,bu gün sizlere hayvancılıkta,tarımda,sanayide, sağlıkta,
ödemeler dengesinde,eğitimde, işşizlik konusunda,dış ilişkilerde…..vs de
yıllardan beri sorunlarla boğuşuyor olmamızın nedenlerini, perde arkasını
gördüklerime, bildiklerime ve tecrübelerime dayanarak sizlere
aktarmak istiyorum.
Ben,değil
Türkiye’nin bu sorunlarla boğuşuyor olmasını, Amerika,Almanya, Japonya, Çin…vs
devletler gibi süper bir güç olmasını hayal ediyor ve istiyorum.
Uzay
yarışında bile Türkiye’nin yerini almasını hayal ediyor ve istiyorum.
Sıradan
vatandaşlarımızın bile,değil geçim sıkıntısı çekmesini,gelişmiş ülkelerin
vatandaşları gibi her yıl bir yada birkaç yabancı ülkeyi gezmelerini hayal
ediyor ve istiyorum.
ABD gibi
Türkiye Cumhuriyeti’nin uçak gemilerinin de Dünya denizlerinde dolaşmasını
hayal ediyor ve istiyorum..
Bir
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve bir Müslüman Türk olarak Türkiye’nin bir
süper güç olmasını,Dünyada sulh ve sükunun sağlanması açısından da gereklidir
diyorum.Sorum şu:
Peki böyle
bir süper güç olmak,Avrupa Birliğine girmek için yalvarmakla,ABD’nin
peşine takılmakla,Büyük Ortadoğu Projesi BOP a eş başkan olmakla
sağlanabilinir mi?
Sağlanamaz.
Zira ne AB Devletleri,ne ABD ,nede başkası Türkiye’nin niye süper güç
olmasını istesin?
Kimseyle
düşman olmamıza gerek yok.Ama kimsenin bizi bizden daha fazla
sevmeyeceğini,sevemeyeceğini bilelim.
Peki
Türkiye kendi imkanlarıyla bir süper güç olabilir mi? Bence olabilir.
Türkiye
tarımda,sanayide,sağlıkta,eğitimde.askeri teknoloji de…..vs de süper güç olma
yönünde önüne bir hedef koyarsa,kendi teknolojini yaratacak mühendisini
yetiştirir,fabrikasını kurar,gerekli parayı da bulur.
Şunu
unutmayalım: Osmanlı İmparatorluğu Avrupa da Viyana kapılarına, kuzey
Afrika da Fas sınırlarına, Güneyde Aden Körfezine,Hint Okyanusuna dayanırken,
Bu
iş sadece kılıç gücü ile mi başarıldı? Hayır, teknoloji geliştirmekle ve
onu kullanmakla başardı. 600 kusur yıl yaşaması ise, tebaası olan milletlere hakkaniyetle,
hizmetle, adaletle yaklaşması sayesinde oldu.
O zaman bu
imparatorluğu kuranlarda ve yaşatanlarda bir Dünya imparatorluğu bir süper güç
olma yönünde bir azim, bir istek, bir irade vardı,Ve diğer hususlar böyle bir
hedefin gereği olarak yerine getirildi,başarıldı.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun gerilemesi ve nihayet yıkılması ise,Onu yönetenlerde,bu azim
ve isteğin azalması yada yetenekli kişilerin iş başında olmamaları ile ilgili .
İmparatorluğun
cephelerde yapılan savaşları kaybetmeleri ise,dini inancın zayıflamasından
kaynaklanan bir husus değil,teknolojiye ayak uyduramamaktan
kaynaklanmıştır.Şimdi girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği Devletlerinin
arzu,istek ve reçetelerine uymamızdan onlara sırtımız dayamaktan
kaynaklanmıştır.
Gerileme
ya da duraklama dönemine geçilmesi önce felsefi ve din eğitiminin, pozitif
ilimlerin önüne geçmesiyle başlamıştır. Mühendislik bilimleri, fizik,tıp.vs
gibi konularda
Bugünde
yaşadığımız sorunlar da, körü körüne Avrupa Birliği Devletlerine ve ABD’ye
sırtımızı dayamamızdan ve onların bize sundukları reçeteleri uygulamaya
çalışmamızdan kaynaklanıyor.
Osmanlının
küllerinden Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran sayın Mustafa Kemal Atatürk ve
Onun silah Arkadaşlarını, bu Vatan için canlarını seve seve feda eden aziz
şehitlerimizi minnetle ve şükranla anıyorum.
Türkiye
Cumhuriyetinin öyle kolay kurulmadığını bilelim. Yapılan Devrimlerin,koulan
kanunların ve kuralların,yaşanan acı tecrübelerin neticesinde konduğunu kabul
edelim.
AKP
Hükümetinin zamanında Kuzey Irakta askerlerimizin başına ABD’li askerler
tarafından çuval geçirilirken bir şey yapamadığımızı göz önünde bulundurursak,
Sayın
Başbakanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’ın DAVOS ta ONE MİNUTE demesine karşılık
olarak ,İsrail’in Akdeniz de uluslar arası sularda Mavi Marmara adlı gemimize
baskın yapıp (9) vatandaşımızı katletmesi karşılığında çaresiz kalışımızı,bir
şey yapamayışımızı göz önünde bulundurursak,
Diyarbakır
Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in sayın Başbakanımız ve Devlet
Erkanına hass……..tir çekmesine karşı bir şey yapamadığımızı düşünürsek,
Barış ve
Demokrasi Partisi Milletvekillerinin,Devletin ve Milletin bölünmez bütünlüğüne
karşı Anayasa suçu işlemelerine karşın bir şeyler yapılmadığını,yapılamadığını
göz önünde bulundurursak
Türkiye
Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının o
günün yokluk ve kısıtlı imkânları ile ne kadar büyük işler
başardıklarını daha iyi anlıyoruz.
Türkiye’nin
süper güç olma yönünde yapmasını hayal ettiğim, istediğim hususların
gerçekleşmesi için bizi yönetenlerin öncelikle Türklük ve Türkiye Cumhuriyeti
ile bir sorununun olmaması lazım.
Şu hususu
kabul edelim.Türk,Türkiye Cumhuriyetinin ve Osmanlının kurulmasına önderlik
eden kişiler Türktürler.
Zira en
zor anlarda bile Türkler Devletinin yanında olmuşlar,ayrılık gayrılık
yapmamışlardır.
Yeniden
yükselişe geçebilmemiz için daha önce yaşadıklarımızı tahlil edip
onlardan ders çıkarmamız lazım.
Başta
Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere,Türkiye Cumhuriyetinden önce kurulan 16 Türk
devletinin nasıl kurulduklarını ve nasıl yıkıldıklarını araştırmalı ,önemli
hususlar kitap ve film haline getirilmeli ve Halkımızın bilgilendirilmesi ve
yaşananlardan ders alınması için istifadeye sunulmalıdır
Özellikle
Osmanlı döneminde yaşananların çok işimize yarayacağı kanaatindeyim.
Ayrıca
Cumhuriyetimizin nasıl ve hangi şartlarda kurulduğunu çok iyi bilmemiz lazım,
bunları evlerimizde ve okullarımızda çocuklarımıza, gençlerimize çok iyi
anlatmamız lazım
Cumhuriyet
döneminde çıkan isyanları ve bunları kimlerin çıkarttıklarını çok iyi bilmek
lâzım. Ve nihayet Mustafa Kemal Atatürk’ün Büyük Nutkunu ve onun Gençliğe
Hitabesini okumamız ve özümsememiz lazım.
Bu
hususları niçin vurgulamak gereğini duyuyorum!?
AKP
iktidarı ile birlikte, Atatürk İlke ve İnkılaplarına, Cumhuriyetin
kazanımlarına, Ordumuza savaş açıldığını ve bu savaşın her alanda devam
ettiğini üzülerek görmekteyiz.
Şu hususu
unutmayalım: Kahramanlarına sahip çıkmayan milletler ayakta kalamazlar!
Cumhuriyet
döneminde Atatürk sayesinde emperyalistlerden
kurtulmuştuk, kalkınma yolunda, eğitimde sağlam adımlar atmaya başlamıştık.
Bu olumlu
çalışma Demokrat Parti DP’nin Başbakanı Adnan MENDERES ile devam etti,
zorluklarla da olsa. Ve nihayet 2002 sonunda iktidara gelen Adalet Ve Kalkınma
Partisi ile tekrar emperyalistlerin kucağına düştük.
Bu gün,
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en zor günlerini yaşıyor. Ülkemiz bölünme
tehlikesiyle karşı karşıya.
Emperyalistler
önce elbette topla, tüfekle gelmezler. Önce birlikte çalışabilecekleri;
istediklerini yaptırabilecekleri kişilerin iş başına gelmesini sağlarlar.
Bundan sonrası kolay. Emperyalistlerin taleplerine kılıf uydurularak reformlar,
yeni kanunlar,hatta Anayasa değişiklikleri ile hayata geçirilir.Bugün,
Ulusumuzun yararına olmayan, Muhalefetin ve sivil toplum örgütlerinin ısrarlı
itirazlarına rağmen geçirilen kanun maddeleri ve Anayasa değişikliklerine bu
gözle bakmak lazım
Demokratik
Açılım….vs gibi hikayelerde emperyalistlerin talepleri….! Gerisi boş laf.
Cumhurbaşkanımız
ne demişti:Eğer biz bu Kürt Sorununu çözmezsek, birileri gelir,çözer. Aslında
birileri dediği, Amerika Birleşik Devletleri. Zaten Sayın Başbakanımız da Büyük
Ortadoğu Projesi(BOP) Eş Başkanı olduğunu söyleme dimi!
Peki sayın
Başbakanımız ABD nın isteklerine hayır diyebilir mi? Diyemez.Eğer derse
kendisini alaşağı ederler
Sayın
Başbakanımız, ABD’lilerin öldürdüğü 1,5 milyon insan için bir kınamada
bulundu mu, tecavüze uğrayan Iraklı kadınlar için bir kınamada
bulundu mu? Hayır. Üstelik ABD’li askerlerin başarısı için dua etmiş. Hani
nerede kaldı din kardeşliği….!?
İşin
ilginç tarafı , bazı vatandaşların olup bitenleri hala anlayamamaları ve sayın
Başbakanımızı bir kahraman olarak görmeleri.Bir defa ona Müslüman dediler ya…!
Bugün
başta Diyarbakır olmak üzere, Güneydoğu Bölgesindeki çoğu yerleşim yerinde
Devletin
otoritesinden bahsetmek maalesef mümkün değil.Devletine Milletine bağlı,
işinde gücünde olan ve oralarda yaşayan çoğu vatandaşımız da, Devlet
otoritesinin olmamasından dolayı PKK’nın etki alanı içerisine girmiştir.
PKK’nın
azgınlaşmasından, işinde gücünde olan vatandaşlarımızın güvenliğinin
sağlanamamasından ve bugün gelinen noktadan birinci derecede AKP iktidarı
sorumludur.
Yabancı
devletlerin başta ABD olmak üzere , konsolos, büyük elçi,yada özel
temsilcilerinin doğrudan ve sık sık Diyarbakır ı ziyaret etmelerine ve yerli
Halkı kışkırtmalarına seyirci kalmıştır. Bu ziyaret ve kışkırtmalar neticesinde
onlara ayrı bir millet oldukları bilinci aşılanmış ve bugünkü kaos ortamı
yaratılmıştır. Acaba Türk yetkililerin Batı Trakya Türklerini, yada ABD de
Kızıl Derili bölgelerini sık sık ziyaret etmek isteseler, Yunanistan hükümeti,
yada ABD hükümeti buna müsaade eder mi ?
GÜNEYDOĞU
DA NE YAPILABİLİRDİ ?
Başta
Diyarbakır da yaşayanlar olmak üzere, çoğu Kürt vatandaşlarımızın Türkmen
oldukları yönünde bilimsel araştırmalar var. Eğer biz , bu vatandaşlarımıza
Macarlar ve Bulgarlar örneğinde olduğu gibi Türk oldukları bilincini
kazandırmış olsaydık, bu gün kendilerini ayrı bir ırktan sanmazlardı.
Sonra,
Türkiye’de hiçbir kimse etnik kökeninden dolayı bir ayrımcılığa uğramamıştır.
Kürt
vatandaşlarımız da kabiliyet ve imkanlar ölçüsünde istediği üniversitede
okuyabilir, istediği işe girebilir, istediği mesleği seçebilir,hatta
cumhurbaşkanı bile olabilir,
Hatta
olmuştur da.
Aslında
bizim kültürümüzde ayrımcılık yoktur. Ayrımcılığı isteyenler, buna zemin
hazırlamaya çalışanlar,bizim birlik ve beraberliğimizi bozarak bundan çıkar
elde etmeye çalışan dış güçlerdir.Cumhuriyet döneminde çıkartılan
Kürt isyanları da bu amaca yönelik olmuştur.
Adalet ve
Kalkınma Partisi aslında din ekseninde ideolojik bir partidir. Eğer ortak
noktaları olmasa, amaçlarına uygun düşmese, ABD’nin ve Avrupa Birliği
devletlerinin arzu ve isteklerine uygun kanunları çıkarmazlar, Anayasa
değişikliği yapmazlar.
Öyle
anlaşılıyor ki Devletin ve Milletin bölünmez bütünlüğünü tehlikeye sokacak,
hatta ortadan kaldıracak Anayasa değişikliği seçimden sonra yapılacak. Tabiî ki
eğer AKP birinci parti olabilirse…!
BALYOZ
TUTUKLAMALARI
Türk
Silahlı Kuvvetleri mensuplarının,özellikle de üst düzey komutanların, Balyoz,
Ergenekon….vs gibi adlar altında değişik zamanlarda
tutuklanmaları,salıverilmeleri, tekrar tutuklanmalarının bir ihtiyaca, bir
amaca yönelik olduğu anlaşılıyor.
Bu işin
dış boyutu olsa da, ben şimdilik ıç boyutuna değinmek istiyorum. Aslında ben ,
bundan önceki makalemde TSK mensuplarının tutuklanmalarına başka açıdan da
kısaca değinmiştim. Bugünkü biraz
daha başka açıdan.
TSK’nın İç
Hizmet Kanununda, TSK ya Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi verilmiş. Bu
taraftan baktığımızda şöyle bir yorum ortaya çıkıyor:
Aslında
Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi, Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi
teklif dahi edilemez maddelerinin ihlali ile ilgili durumlarda TSK ya verilen
bir müdahale yetkisidir. Meseleye bu
açıdan bakmak lazım.
Anayasa’nın
değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesine müdahale
,Marksist Leninist İktidardan da gelebilir, din eksenli ideolojik bir
İktidardan da gelebilir.
TSK’nın
belli bir şablonu vardır. Bu maddeleri ihlal etme yönünde mevcut AKP İktidarı ,
eğer potansiyel bir tehlike durumu arz ediyorsa, TSK’nın sorumluları, elbette
bir senaryo hazırlayıp ,eğitim çalışmaları yapabilir. Anayasada bu madde
varken, yapılan bu önleme ve seminer çalışmasını, İktidar Partisinin bunları
kendisine darbe yapacaklar gerekçesiyle TSK mensuplarını tutuklamaya hakları ve
yetkileri var mı? Yapılanlara bu açıdan bakmak lazım.
Eğer gücün
yetiyorsa, Anayasada İç Hizmet Kanunu ile TSK ya verilen Cumhuriyeti koruma ve
kollama yetkisini iptal edersin . Sorun kendiliğinden çözülmüş olur.
Öyle
anlaşılıyor ki, AKP iktidarı kendi siyasi ihtiyaçlarına göre , TSK mensuplarını
içeri alıyor çıkarıyor, alıyor çıkarıyor……Bende herkes gibi bu oyunun
nasıl sonuçlanacağını merak ediyorum
Bu durum
bazı kesimde şöyle yorumlanıyor:
Bu güne
kadar Askerle kimse uğraşamıyordu, Başbakana Helal olsun …..!
Ama, böyle
bir taktik AKP ye siyasi çıkar sağlasa bile ,TSK’yı imaj ve prestij kaybına
uğratacağından Ülkemiz güvenliğine zarar verir.
İşin başka
bir boyutu da bence şu: olmasından
TSK’nın
yapısı ve TSK mensuplarının yetişme şeklinin farlı olmasından dolayı, İktidar
TSK’yı kendi ihtiyaçlarında kullanamıyor. Bu maksatla Silahlı Kuvvetleri ve
onun Mensuplarını aciz ve gereksiz gösterip yerine başka bir gücü ikame etmek
istiyor olabilir. Örneğin Polis Gücü olabilir,yada İç İşleri Bakanlığına bağlı
başka bir Silahlı Güç Teşkilatı olabilir . Yani Genel Kurmay Başkanlığı devre
dışı bırakılmak isteniyor.
Hükümet,
bu güne kadar YAŞ kararları gereğince TSK dan ilişkileri kesilen Silahlı
Kuvvetler mensuplarına af getirerek Kurumlarına geri dönmelerini,
arada geçen zamanın emekliliklerine sayılmasına , suç unsuru olarak dosyaya
giren belgelerin , dosyadan çıkartılmasına dair kanun çıkarmak istiyor.Böyle
bir kanun teklifi yada kanunun , beraberinde YAŞ kararı ile TSK dan atılanlar
da geri dönerlerse Silahlı Kuvvetlerimizin de yeni tartışmaları ve gerginliği
de getireceği kesin. .
Hükümetin
İrticanın bir tehdit olduğunu Milli Güvenlik Belgesinden çıkarmasını ,YAŞ
kararı ile Ordudan atılanların TSK ya geri dönmesine zemin hazırlamayı, TSK’nın
siyasallaşması yönünde adımlar olarak değerlendiriyorum.
Televizyonlarda,
bir Yüzbaşının hedef tahtasını bir erin eline tutuşturarak,diğer erleride hedef
tahtasını tutan erin, sağına soluna dizerek değişik pozisyonlarda ateş etmesini
dehşetle izledik. Üstelikte 12 den vurmuş. Böyle bir denemeyi tasvip etmek
elbette mümkün değil.Ama ben bu olayı başka yönden değerlendirmek istiyorum
Acaba bu
görüntüler kimler tarafından elde edildi ve nasıl servise sokuldu ? Acaba ABD
uydularının TSK’yı o kadar yakından ve net olarak izleme imkanı vardır da,
yoksa onlar mı servis ettiler? Bence işin çok önemli olan, belki de
düşünülemeyen diğer tarafı şu:
Bu
görüntüler, Türk subayının ve erlerinin nekadar cesur ve eğitimli
olduğunu gösteren bulunmaz bir örnektir. Bu görüntüler,düşmana korku
dostlarımıza güven veren bir belgedir.
Ama bu
görüntüleri servis edenlerin asıl amacının,TSK yı yıpratmak olduğuna
inanıyorum.
Türk
askerinin Kore’de gösterdiği kahramanlık ve aldığı sonuç, Kıbrıs’ta
gösterdiği gösterdiği kahramanlık ve aldığı sonuç, yakın tarihimizin
canlı örnekleridir. Silahlı Kuvvetlerimizin elde ettiği bu başarılar, aslında
genlerimizde de mevcut olan kahramanlık ve gözü pekliğin dışında, iyi bir
eğitim, organizasyon ve mevcut silahları çok iyi kullanmasından
kaynaklanıyor.Bizim askerimiz kendine verilen görevi her türlü şartlarda yerine
getirir, Kardak Kayalıkları krizinde olduğu gibi. Yeter ki Siyasilerimiz onlara
müdahale etmesin, onların elini kolunu bağlamasın…!
Kuzey
Irakta askerlerimizin başına çuval geçirilmesi, çoğu vatandaşımız gibi hala
benimde kalbimde onulmaz bir yaradır
Gazi
Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesinde verilen bir konferansa
katılmıştım. Askerlerimizin başına kuzey Irakta çuval geçirilmesine gelince,
bir öğrenci konu ile ilgili olarak şöyle dedi: Askerlerimizin başına
çuval geçirildiğinde Amerikalı askerlere müdahale etmeyerek, devletler
arası bir krize sebebiyet vermemelerinden dolayı askerlerimizi kutluyorum
dedi Bunun üzerine emekli Albay hiddetlenerek şöyle dedi:
Ne gurur
duyması kardeşim, o Askerler birkaç peşmerge ile birkaç Amerikalı askeri yere
serip, sonrada kurşunu kendi beyinlerine sıkıp intihar etselerdi ancak ozaman
gurur duyardım dedi. Ve meselenin oluş şeklinide şöyle anlattı:
Oradaki
Askerlerimiz özel eğitimli askerler idi.O zaman kuzey Iraktaki Amerikalı
askerlerin komutanı Albay, hani biz onlarla müttefikiz ya, Türk Birliğini
ziyarete geleceklerini söylüyor. Ve o gün geliyor;Peşmergelerle beraber gelen
Amerikalı askerlerin sayısı gittikçe artıyor. Askerlerimiz bunun bir dostluk
ziyareti olmadığını anlıyorlar. Sonuçta ne yapılması gerektiği hususunda Ankara
da Genel Kurmay Başkanlığına durumu intikal ettiriyorlar. Hükümetle de yapılan
istişare sonucunda sakın müdahale etmeyin deniliyor.İşte Askerlerimizin
başına çuval geçirilmesinin aslı böyle imiş.
TSK da
disiplin esastır ve her şey emir komuta zinciri içinde yapılır. Yüzbaşının canlı
hedefler eşliğinde atış denemeleri yapmasının yorumlarını değişik
açılardan verdim Disiplinle ilgili olarak şu ilaveyi de yapmak
istiyorum:Eğer Komutanı nu çağırıp fırça atsa ve sana şu kadar hapis cezası
veriyorum dese, o çılgın yüzbaşı , emredersiniz komutanım diyerek selam çakar
ve gider.Buradan varmak istediğim sonucu kısaca şöyle özetleyebilirim:
Önce
tutuklayıp, sonra serbest bırakmak, sonra tekrar tutuklanmak istenildiğinde
bunu gururuna yediremeyip intihar eden TSK Mensupları var. Demek istediğim
şudur ki, TSK mensupları kendilerine yapılanlardan son derece rahatsız. Bunun
sonucunda olabilecekleri de hesaba katmak lazım
Emekli
yada muvazzaf olsun, üst düzey TSK mensuplarını içeri almakla onları
sindireceklerini sananlar varsa , yanıldıklarını söylerim.Zira TSK bildiğim
kadarı ile toplamı 500 bin yada daha fazla olan bir kurumdur. Yukardaki
örneklerden de anlaşılacağı üzere, daha alt kademedeki biri , yada birileri her
an bir çılgınlık yaparsa şaşmamak lazım.Yapacağını yapar, sonrada kendisi
intihar edebilir
Başka bir
potansiyel tehlikede şurada: Polis üst düzey bir komutanı, yada daha alt
seviyedeki bir subayı tutuklamak istediğinde yada evini aramak istediğinde, her
an bir polis-asker çatışmasına dönüşebilir. Sonuçta Hükümet- Asker çatışması,
yada Polis-Asker çatışmasının kazananı olmaz ve bundan ülkemiz zarar görür
Bunları
sadece sayın Başbakanımızı ve AKP’yi iş olsun diye eleştirmek için
yazıyor değilim, bilakis bazı uygulamalarda potansiyel tehlikelere
dikkatlerini çekmek istiyorum.
Sayın
Başbakanımızın uygulamalarını ve AKP’yi görsel ve yazılı basında savunan
çok sayıda taraftar var. Aslında onlara her uygulamada alkış tutan bu gibi
medya mensupları, bilerek yada bilmeyerek, bilhassa sayın Başbakanımıza kötülük
ediyorlardır.
Ben Merkez
Sağ Çizgisinde olan, Müslümanlığa ve de bilhassa onun özüne gerçekten inanan
bir kişiyim.Yolda bir para bulsam bile almam, en fazla götürür Polise veririm.
Ben Müslümanlığı babamdan ve ailemden böyle gördüm. Bu eleştirilerimi de iyi
bir vatandaş olma bilici ile yapıyorum.
Makalenin
başı şöyle idi:
NİÇİN OLMAMIZ GEREKEN YERDE DEĞİLİZ ?
Sayın Başbakanımız ve
onun partisi AKP’yi de bu ana başlığın içinde, siyaset ve siyasetçinin
kalitesinin de bir faktör olduğunu vurgulamak için örneklemek istedim
Bundan
sonrasında iyi ve zayıf yönlerimizi de göz önünde bulundurarak tahliller
yapmaya ve bu makaleyi tamamlamaya çalışacağım.
SORUNLARIN
ÇÖZÜMÜNDE DİNİN ETKİSİ
Daha
önceki makalelerimde de söyledim; ben K. Maraşlıyım. Ben 8-10 yaşlarında iken
Hafız Ali Efendi lakabıyla anılan yaşlı bir hoca vardı . Her halde
Medrese mezunuydu, Ramazan aylarında Ulu Camide vaaz verirdi, kendisi
bizim mahalleden sayılır. Cami ile ev arası 700-800 metre Hafız Ali Hoca
Efendi, camiden eve gelinceye kadar arada uzun bir mesafe olmasına rağmen kimse
önünden geçmezdi Ben Hocanın birkaç vaazını izledim O bir vaazında şöyle
diyordu:
Ey
Müslümanlar! Gâvur diye adlandırdıklarınızın yapmış olduğu kolonya şişesini
elinize aldığınızda nede güzelmiş diye imrenirsiniz. Siz niye bundan daha
iyisini yapmaya çalışmazsınız? Vaazlarının hepsinde buna benzer şekilde
insanları pozitif istikamete yönlendirmeye çalışırdı. O günden bu yana böyle
bir din adamı daha görmedim. Benim mühendis olmamda, pozitif düşünmemde,
genetik yapım önemli bir faktör olsa da, bu Hocamızın da söylediklerinin etkisi
olduğunu söyleyebilirim Onu saygı ile ve rahmetle anıyorum
Öldüğünde
çok sayıda İslam ülkesinden taziye mesajları gelmişti. Bunu konan
çelenklerden anlıyoruz. Demek ki aydın fikirli Hocanın ilim ve irfanı
Dünya çapında kabul görüyormuş. Burada vurgulamaya çalıştığım önemli
husus, muasır medeniyetler seviyesine süratle ulaşmamızda, hatta onu aşmada
böylesine aydın din adamlarına ve yetiştirilmelerine çok ihtiyaç
vardır.Zira Halkımızın büyük çoğunluğu, istesekte istemesek te Hocaların
söylediklerine, telkinlerine başkalarının söylediklerinden daha fazla inanır.
Eğer bu yapılmazsa
siyasilerin Oy deposu haline gelir.
Dünyanın
diğer yerlerinde de İslamı doğru bilindiği, doğru uygulandığı kanaatinde de
değilim. İslam ülkelerinin içinde yine en iyisi Türkiye Bu itibarla bize bu
günleri hazırlayan Mustafa Kemal Atatürk ve Silah Arkadaşlarını şükranla ve
minnetle anmamız lazım
İslamiyet
Arap yarım adasında doğup gelişmesini tamamladıktan sonra, kuzey Afrika’da
yayılmış, buradan İber yarımadasına; İspanyaya geçerek Büyük bir Medeniyet
yaratmışlardır. Ne yazık ki daha sonraları Hırıstiyanlar tarafından
yıkılmışlardır.İlkel bir Arap toplumundan muasır bir medeniyet seviyesini
yakalayabilmek elbette küçümsenemez. Bu itibarla ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ’nin
kuruluş ve yıkılışını da ders almamız açısından masaya yatırmamız lazım.
SORUNLARIN
ÇÖZÜMÜNDE AD DEĞİŞTİRME İHTİYACINI DUYMAMIZ
Bizim
önemli bir nedenimiz olmadığı halde sokakların ismini, caddelerin ismini
değiştiririz , yada başkalarının yapmış olduğu eserleri, düzenlemeleri
değiştirip, kendimize göre bir uyarlama yapmakta hiçbir sakınca görmeyiz.
Birileri çıkıp ta bu değişikliği niye yapıyorsun diye de sormaz. Örnegin K.
Maraşta Kurtuluş Savaşında Fransız askerleri ile ,orada sütçülük yapan ve Sütçü
İmam lakabı ile anılan bir Kahramanımızın Fansız askerleri ile çatıştığı ve
Fransız askerlerini öldürdüğü bir yer var . Orası Uzunoluk Hamamı diye
adlandırılan bir yerdi Ama şimdi yerinde yok. Zamanın Belediye Başkanı o hamamı
yıkıp yerine park yapmış. Biz tarihimize sahip çıkmasını ve onu korumasını da
bilmiyoruz..Yeni yetişen nesillerimize tarihimizi nasıl anlatacağız?
Fransız
askerleri K.Maraş ı işgal ettiklerin de ,Fransız askerleri hamamdan çıkan
kadınlarımızın Peçelerine el atarak, şöyle diyorlar: Burası artık
Fransızlarındır, artık bu kıyafetle gezemezsiniz. Bunun üzerine Sütçü İman
tabancasını çıkartarak ateş ediyor ve Fransız askerlerini orada öldürüyor. Bu
hareket , K.Maraş’ın ve Türkiye’nin kurtuluşunda bir başlangıç teşkil ediyor.
Bu örneği özellikle tarihimizi bilmediklerini yada bilmek istemedikleri
izlenimini veren siyasilerimizin, Batı ile bu kadar can ciğer sarmaş dolaş
olmalarını, Tarihten ders almamak adına, sakıncalı ve yanlış bulduğumu
vurgulamak açısından verdim.
Ben
sorunları çözmek isterken, sadece bir şeyin adının değiştirilmesinin bir fayda
sağlamayacağı kanaatindeyim. Üstelik bu anlamsız değişiklikler kafa
karışıklığına da neden olur. Örneğin belediye otobüs duraklarının gereksiz yere
yerlerinin değiştirildiği ve yeni durağın yerini buluncaya kadar gideceğimiz
yere zamanında gidemediğimiz herkesin yaşadığı, yaşayabileceği olaylar
serisindendir
AKP
İktidarı ile başlayan Kanun ve Anayasa değişikliklerinde de ısrarlı olunmasını,
ve Halkımızın önemli bir kesiminin de ses çıkarmamasını, yabancı güçler istese
bile, ben, burada Genetik Yapımızın da etkili olduğu kanaatindeyim.
Biz
aslında çok saf bir Milletiz; abartılı sözlerden, yaldızlı laflardan,
sırtımızın sıvazlanmasından çok hoşlanırız.Kurulan tuzağı ne zaman sonra fark
ederiz. Ama o zamanda iş işten geçmiş olur.Rahmetli babamın bir sözü vardı;Bir
musibet, Bin nasihatten evladır derdi. Bu örneği de ders almamız, dikkatli
olmamız açısından veriyorum
Batı
Kültüründe duygusallık yoktur, sadece çıkar ilişkileri vardır. Bu itibarla
başta sayın Başbakanımıza yabancıların methiye düzmelerine, başta sayın
Başbakanımızın ve Halkımızın ihtiyatla yaklaşmasını özellikle tavsiye ederim.
Bir
yabancı, hele hele Devlet ve Hükümet Yetkililerimize methiyeler düzüyorsa,
bilinmeli dir ki bizden kendi lehlerine bir şeyler koparmak istiyorlardır.
Yabancı
boş durmuyor; bizim neyden hoşlandığımızı, zayıf taraflarımızı,ve Genetik
Yapımızı çözmeye ve bundan yararlanmaya çalışıyor Bizde elini omzumuza atan
yabancıyı, örneğin dostumuz sanıyoruz.
Sayın
Turgut ABD yi ziyaret ettiğinde mevsim kış idi. O zaman ABD Başkanı olan baba
Bush’ta sayın Özal a üşümesin diye kendi parkasını çıkarıp vermişti Ama sayın
Özal öldüğünde , aynı baba Bush bir kütüphanenin açılışını bahane ederek cenaze
törenine katılmamıştı. İşte Batı budur.
Girit
savaşını cephede kazanmış olmamıza rağmen, Batılıların vaatlerine kanıp Masada
kaybetmişiz. Örnekleri daha da çoğaltabiliriz, ama bu kadarını yeterli
görüyorum
BİR ŞEYİN
BAŞI YA DA BİR İŞİN BAŞINDA OLMAYI ÇOK SEVİYORUZ
Şantiyelerde
geçen iş hayatımda bunun çok ilginç örneklerini yaşadım. Yalvar minnet işe
giren düz işçi bile kendine verilen işi yapmıyor, çok geçmeden kaytarmanın
yollarını aramaya başlıyor,en azından amele başı olmak istiyor. Bu örnek yüksek
tahsil yapmış olanlar içinde geçerli. Örneğin bir mühendis, işe başladıktan
sonra, etrafı tanıdıktan sonra, Birilerini de devreye sokarak,önce Baş
Mühendis, ardından da,Müdür…vs olmak ister. Hele hele bir Siyasi Partinin
davulunu da çalıyorsa, o Şahsın gelemeyeceği Makam yoktur. Ne terfi etmek
isteyen kişi, nede onun bu Makama gelmesine yardımcı olan Kişi, onun bu
işi yapıp yapamayacağına ,uzman olup olmadığına hiç bakmaz. Zaten sorunlarda
buradan kaynaklanıyor. Bir Şeyin Başı Yada Bir İşin Başında olmak tutkusunun da
Genetik Yapımızdan kaynaklandığına inanıyorum
Eger bizim
insanımız iyi eğitilmezse, bir yolunu da bulup eğer başa geçerse, çok tehlikeli
sonuçlar ortaya çıkabilir, insanımızın bu tutkusu yüzünden
İŞLERİN
DÜZELTİLMESİNDE DEMOKRASİNİN ÖNEMİ VAR MI?
Bir kere
ben demokrasiyi çoğunluğun azınlığa tahakkümü olarak görmüyorum. Bu itibarla
mevcut çoğunluğa dayanarak dayatma ile Kanun çıkartılmasını , Anayasa’nın
önemli maddelerinin değiştirilmesini doğru bulmuyorum ve bunun demokrasi
olduğuna da inanmıyorum.
Her ne
kadar demokrasi, Halkın kendi kendini idare etmesi şeklinde tarif ediliyor ise
de, ben bazı açıklamalarla bu soyut kavramın içini doldurmak istiyorum:
Demokraside
Halkın kendisini bilgisi ile, tecrübesi ile yönetebilecek kişileri
seçebilmesi için, mevcut İktidarın rekabet şartlarına uyması ve bu konu da
gerekli ortamın sağlanması hususunda bir gayret içinde olması, bunu hal ve
hareketleri ile herkese hissettirmesi lazım
SİYASET VE
SİYASETÇİNİN KALİTESİNİN ÖNEMİ
Daha
önceki makalelerimde de,bu hususa değişik vesilelerle değindim, şimdi tekrar
değinmek istiyorum: Sorunların bir türlü çözülememesini, yada olmamız gereken
yerde bir türlü olamayışımızı, siyaset ve siyasetçinin kalitesine, yada
Halkımızın bir siyasetçide nelerin aranmasının gerektiğini tam olarak
bilememesinden, ve duygusal davranmasından kaynaklandığına inanıyorum.
Bugün
Türkiye, 50-60 sene öncesinin Türkiye’si değil. Hem ağzı laf yapıp, hem de
kariyer sahibi insanlar var. Hem Parti Genel Başkanları, hem de
Milletvekili Adayları seçim kampanyalarında uzmanlık alanlarını ve Meclise
girdiklerinde, Türkiye’nin hangi sorununu nasıl çözeceklerini anlatmalı
ve Halkımızın da kendini idare etmek isteyenlerde bu özelliklerin olup
olmadığını sormalıdır. Saygılarımla, (ANAYURT 26 Ağustos 2011 Cuma)
MÜSLÜMAN
TOPLUMLAR İLE MUSEVİ TOPLUMU ARASINDA; BİLİME
HİZMET VE NOBEL BAĞLAMINDA MUKAYESE…
Musevi
denildiğinde, her ne kadar, Yahudi Toplumu kast edilse de;
Bu tam
olarak doğru değil…
Musevilik,
Hazreti Musa’nın, insanlığa getirdiği Dindir.
Yahudi ise
Musevi Dini’ne mensup olan bir Irktır.
Yahudiler,
Araplar gibi Sami ırkına mensupdurlar. Konuştukları Dil ise İbranicedir.
Yahudi
Toplumu,Museviliğin kendilerine gönderildiğine inandıklarından;
Bu Dinin
Dünyada yayılması için için, özel bir gayret göstermediklerinden, Musevi
denilince, genelde Yahudi Toplumu anlaşılmaktadır.
Gazeteci
Yazar Cengiz ÖZAKINCI’nın yaptığı araştırmaya göre,
Ki bu
araştırmalarını bir kitapta toplamış,
Ve bu
bilgileri Gazeteci Yazar, Hulki CEVİZOĞLU’nun Programı,
Cevizkabuğu’nda
açıklamıştı.
İleride
sizlere, bu programı da, aktarmaya çalışırım.
Sayın
Cengiz ÖZAKINCI’nın, bu programla, ortaya çıkardığı, vurgulamaya çalıştığı
hususlardan biri de şudur: Musevi, ya da, Yahudi olarak bildiğimiz,
Musevilerin, büyük bir çoğunluğu, Musevi Dinine mensup, Hazar Türkleri’nden
oluştuğudur.
Asıl
Yahudileri; Musevi Dinine mensup olan, Hazar Türleri’nin çoğunun da, Yahudi
olarak adlandırıldığını öğrendiklerinde,
Birbirlerinden
kız alıp-vermemeye başladıklarını da, öğreniyoruz.
Örneğin
Amerika’da Jakop, Türk isminde, bir Musevi,
Soyadından,
bunun bir Türk olduğu anlaşılıyor.
Bu gün,
Tarih bilgilerinden, Hazar Denizi’nin güneyinde, sayıları 60 Bin, 100 Bin
kadar, Musevi-Hazar Türkü bulunduğunu ve İbranice konuştuklarını biliyoruz.
İbranice
konuşan Hazar Türklerinin, ana dilleri Türkçe olmasına rağmen,
İbraniceyi,
Musevi Dinine geçtikten sonra öğrenmişlerdir.
Dolayısıyla,
Bilimin gelişmesine, NOBEL ödülü bağlamında katkı koyan Bilim adamlarından bir
kısmının, Hazar Türkü olduğunu da, var saya biliriz.
Dolayısıyla
Yahudilik, yada Museviliğin, bir yaşam tarzı, bir kültür olduğunu söylemek,
daha doğru bir yaklaşım tarzı olur….
Aşağıda
sizlere aktardığım bir araştırma yazısı,
Pakistanlı
Bilim Adamı, Dr. Faruk Saleem tarafından kaleme alınmıştır.
Bende, siz
okuyucular için faydalı gördüğümden,aynen aktarıyorum.
Bizlerinde,
bir Türk ve Müslüman olarak,
Akıl ve
bilimi kendimize rehber edinmemiz,
Özellikle
Eğitimi,Dini esaslara göre şekillendirmek istemenin yanlış olduğunu, vurgulamak
istiyorum. Gerisini, Yazarın kaleminden izleyelim.
DİNLERE GÖRE KALKINMIŞLIK ORANLARI
Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi/Musevi var. (Kuzey ve Güney Amerika'da 7 milyon, Asya'da 5 milyon, Avrupa'da 2 milyon ve Afrika'da 100 bin Musevi yaşıyor.)
Peki, kaç Müslüman var: 1,4 milyar Müslüman. (1 milyar Asya'da, 400 milyon Afrika'da, 44 milyon Avrupa’da, 6 milyon Amerika kıtasında.)
Yani dünyada 1 Musevi’ye karşın 100 Müslüman var...
İyi ama Yahudiler Müslümanlardan niçin 100 kat daha güçlü ve daha zengin ve daha eğitimli ve daha mucitler?
Tarafsız ve bilimsel yollarla tespit edilmiş nedenlerini öğrenmek istiyorsanız lütfen okumayı sürdürün...
Tüm zamanların en etkin bilim adamı Albert Einstein bir Yahudiydi.
Psikanalizin babası Sigmund Freud bir Yahudiydi. Karl Marks Yahudiydi.
Tüm insanlığa zenginlik ve sağlık katmış Yahudilere bakalım:
*Benjamin Rubin insanlığa aşı iğnesini armağan etti.
*Jonas Salk ilk çocuk felci aşısını geliştirdi.
*Gertrude Elion lösemiye karşı ilaç buldu.
*Baruch Blumberg Hepatit-B aşısını geliştirdi.
*Paul Ehrlich frengiye karşı tedaviyi buldu.
*Elie Metchnikoff bulaşıcı hastalıklarla ilgili buluşuyla Nobel ödülü kazandı.
*Gregory Pincus ilk doğum kontrol hapını geliştirdi.
*Bernard Katz nöromasküler iletişim (kaslarla sinir sistemi arası iletişim) alanında Nobel ödülü kazandı.
*Andrew Schally endokrinoloji (metabolik sistem rahatsızlıkları, diyabet, hipertiroid) tedavilerinde kullanılan yöntemi geliştirdi.
*Aaaron Beck Cognitive Terapi’yi (akli bozuklukları, depresyon ve fobi tedavilerinde kullanılan psikoterapi yöntemini) geliştirdi.
*Gerald Wald insan gözü hakkındaki bilgilerimizi geliştirerek Nobel ödülü kazandı.
*Stanley Cohen embriyoloji (embriyon ve gelişimi çalışmaları) dalında Nobel aldı.
*Willem Kolff böbrek diyaliz makinesini yaptı.
*Peter Schultz optik lif kabloyu, Charles Adler trafik ışıklarını,
*Benno Strauss paslanmaz çeliği,
*Isador Kisse sesli filmleri,
*Emile Berliner telefon mikrofonunu,
*Charles Ginsburg ilk bantlı video kayıt makinesini geliştirdi.
*Stanley Mezor ilk mikro-işlem çipini icat etti.
*Leo Szilard ilk nükleer zincirleme reaktörünü geliştirdi.
Peki, ama; son 100 yıl içinde Yahudiler sadece bilimsel alanda 104 Nobel ödülü kazanırken, 1.4 milyar Müslüman neden yalnızca 3 Nobel kazandı.
Yahudiler niçin bu kadar yaratıcı ve neden bu kadar güçlüler?
Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu yatırımcılara/işadamlarına ve markalarına bakalım:
* Ralph Lauren (Polo), Levi Strauss (Levi's Jeans), Howard Schultz (Starbuck's), Sergei Brin (Google), Michael Dell (Dell Bilgisayarları), Larry Ellison (Oracle), Donna Karan (DKNY), Irv Robbins (Baskins & Robbins), Bill Rosenberg (Dunkin Dougnuts), Richard Levin (Yale Üniversitesi'nin kurucu başkanı).
Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu sanatçılara bakalım:
* Michael Douglas, Dustin Hoffman, Harrison Ford, Woody Allen, Tony Curtis, Charles Bronson, Sandra Bullock, Billy Crystal, Paul Newman, Peter Sellers, George Burns, Goldie Hawn, Cary Grant, William Shatner, Jerry Lewis, Peter Falk...
Yönetmenler ve yapımcılar arasındaki Yahudiler:
* Steven Spielberg, Mel Brooks, Oliver Stone, Aaaron Spelling (Beverly Hills 90210), Neil Simon (The Odd Couple), Andrew Vaina (Rambo 1 /2 / 3), Michael Mann (Starzky and Hutch), Milos Forman (One Flew Over The Cuckoo's Nest, Amadeus), Douglas Fairbanks (TheThief of Baghdat), Ivan Reitman (Ghostbusters) , Kohen Kardeşler, William Wyler.
William James Sidis,
Sorun kendinize: 250’lik IQ derecesiyle dünyaya gelmiş en parlak insan hangi dine mensuptur?
Sorun kendinize: Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür?
Cevabı şudur: Her çocuğa ve her gence kaliteli eğitim verirler...
Bu eğitim türü sorgulayıcı (teslimiyetçi değil), araştırıcı (ezberci değil) ve yaratıcıdır (bilgi üretmek/bulmak içindir)
Soru: Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür?
Cevap: Yanlış eğitim verdikleri ve gelişime yararı olmayan birer eğitim sistemi uyguladıkları için (Büyük oranda Din Eksenli, Sorgusuz, Araştırmasız, Ezberci ve Dayatmacı eğitim...).
Oysa Gezegenimizde yaklaşık 1.476.233.470 Müslüman yaşamaktadır.
Yani, toplam dünya nüfusu içinde her 5 kişiden biri Müslümandır.
Her bir Hindu'ya 2 Müslüman düşmektedir,
her bir Budist'e karşılık 2 Müslüman vardır ve her bir Yahudi'ye karşılık 100 Müslüman bulunmaktadır. Müslümanlar bu kadar kalabalıklar ama neden güçsüzler?
Nedeni eğitim(sizlik)dir!!!
İslam Konferansı Örgütü'nün (OIC) 57 üyesi vardır ve ülkelerin tümünde sadece 500 adet üniversite bulunmaktadır. Yani üniversite başına 3 milyon Müslüman düşmektedir. Başka bir deyişle 3 milyon kişi için bir üniversite yapılmıştır (Bunların kalitesi de başka bir sorundur!).
Fakat sadece ABD'de 5 bin 758 adet üniversite vardır.
Shanghai Jiao Tong Üniversitesi tarafından 2004 yılında hazırlanan “Dünya Üniversitelerinin Akademik Deger Listesi”ne Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiç birinden ilk 500’e giren tek bir üniversite yoktu.
Neden?.. Yanıt: Kalitesiz ve ezberci eğitim...
OKUMA YAZMA ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK!
UNDP tarafından toplanan verilere göre Hıristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı % 89’dur. Bunların %98’i ise en az ilkokul mezundur ve 100 kişiden 40’ı üniversite mezunudur. 15 Hıristiyan çoğunluğa sahip ülkedeki okuma-yazma oran ise %100’dür, yani bu 15 ülkede okuma-yazması olmayan tek kişiye rastlamak olası değildir!.
Müslüman ülkelerde durum bunun zıddıdır: 100 kişiden sadece 40’ı okuma-yazma bilir ve herkesin okuryazar olduğu bir tek Müslüman ülke bulunmamaktadır! Bunların %50’si ilkokul mezundur ve sadece %2’si üniversiteyi bitirmiştir.
BİLİM İNSANLARININ ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK!
ABD’de toplam bilim insanı sayısı 4.000, Japonya’da 5.000’dir. 57 Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki toplam bilim adamı sayısı ise sadece 230 kişidir. (Akademisyenlerin hepsi bilim insanı değildir. Bilim insanı demek, pozitif bilimlerle aktif olarak uğraşan kişi demektir.) Ve her 1 milyon Müslüman kişiye sadece 1 bilim insanı düşmektedir.
Teknisyenler bakımından Müslüman çoğunluklu Arap ülkelerdeki durum daha da kötüdür: Her 1 milyon Müslüman Arap nüfus içinde 50 teknisyen bulunmaktadır. Hıristiyan dünyasında ise her bir milyon kişi içinde 1000 teknisyen bulunmaktadır.
NEDEN?.. Yanıt: Kalitesiz-ezberci eğitim ve ARGE’ye (araştırma geliştirmeye) yeterli kaynak ayrılmaması...
Çünkü Müslümanlar gayri safi milli gelirin yalnızca % 0,2’sini araştırma-geliştirme bütçesi olarak ayırıyor.
Buna karşın Hıristiyan dünyası araştırma-geliştirmeye % 5 oranında, yani 25 kat daha fazla fon ayırmaktadır.
SONUÇ:
DİNLERE GÖRE KALKINMIŞLIK ORANLARI
Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi/Musevi var. (Kuzey ve Güney Amerika'da 7 milyon, Asya'da 5 milyon, Avrupa'da 2 milyon ve Afrika'da 100 bin Musevi yaşıyor.)
Peki, kaç Müslüman var: 1,4 milyar Müslüman. (1 milyar Asya'da, 400 milyon Afrika'da, 44 milyon Avrupa’da, 6 milyon Amerika kıtasında.)
Yani dünyada 1 Musevi’ye karşın 100 Müslüman var...
İyi ama Yahudiler Müslümanlardan niçin 100 kat daha güçlü ve daha zengin ve daha eğitimli ve daha mucitler?
Tarafsız ve bilimsel yollarla tespit edilmiş nedenlerini öğrenmek istiyorsanız lütfen okumayı sürdürün...
Tüm zamanların en etkin bilim adamı Albert Einstein bir Yahudiydi.
Psikanalizin babası Sigmund Freud bir Yahudiydi. Karl Marks Yahudiydi.
Tüm insanlığa zenginlik ve sağlık katmış Yahudilere bakalım:
*Benjamin Rubin insanlığa aşı iğnesini armağan etti.
*Jonas Salk ilk çocuk felci aşısını geliştirdi.
*Gertrude Elion lösemiye karşı ilaç buldu.
*Baruch Blumberg Hepatit-B aşısını geliştirdi.
*Paul Ehrlich frengiye karşı tedaviyi buldu.
*Elie Metchnikoff bulaşıcı hastalıklarla ilgili buluşuyla Nobel ödülü kazandı.
*Gregory Pincus ilk doğum kontrol hapını geliştirdi.
*Bernard Katz nöromasküler iletişim (kaslarla sinir sistemi arası iletişim) alanında Nobel ödülü kazandı.
*Andrew Schally endokrinoloji (metabolik sistem rahatsızlıkları, diyabet, hipertiroid) tedavilerinde kullanılan yöntemi geliştirdi.
*Aaaron Beck Cognitive Terapi’yi (akli bozuklukları, depresyon ve fobi tedavilerinde kullanılan psikoterapi yöntemini) geliştirdi.
*Gerald Wald insan gözü hakkındaki bilgilerimizi geliştirerek Nobel ödülü kazandı.
*Stanley Cohen embriyoloji (embriyon ve gelişimi çalışmaları) dalında Nobel aldı.
*Willem Kolff böbrek diyaliz makinesini yaptı.
*Peter Schultz optik lif kabloyu, Charles Adler trafik ışıklarını,
*Benno Strauss paslanmaz çeliği,
*Isador Kisse sesli filmleri,
*Emile Berliner telefon mikrofonunu,
*Charles Ginsburg ilk bantlı video kayıt makinesini geliştirdi.
*Stanley Mezor ilk mikro-işlem çipini icat etti.
*Leo Szilard ilk nükleer zincirleme reaktörünü geliştirdi.
Peki, ama; son 100 yıl içinde Yahudiler sadece bilimsel alanda 104 Nobel ödülü kazanırken, 1.4 milyar Müslüman neden yalnızca 3 Nobel kazandı.
Yahudiler niçin bu kadar yaratıcı ve neden bu kadar güçlüler?
Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu yatırımcılara/işadamlarına ve markalarına bakalım:
* Ralph Lauren (Polo), Levi Strauss (Levi's Jeans), Howard Schultz (Starbuck's), Sergei Brin (Google), Michael Dell (Dell Bilgisayarları), Larry Ellison (Oracle), Donna Karan (DKNY), Irv Robbins (Baskins & Robbins), Bill Rosenberg (Dunkin Dougnuts), Richard Levin (Yale Üniversitesi'nin kurucu başkanı).
Yahudi inancına bağlı ve küresel çapta büyüyüp tanınmış şu sanatçılara bakalım:
* Michael Douglas, Dustin Hoffman, Harrison Ford, Woody Allen, Tony Curtis, Charles Bronson, Sandra Bullock, Billy Crystal, Paul Newman, Peter Sellers, George Burns, Goldie Hawn, Cary Grant, William Shatner, Jerry Lewis, Peter Falk...
Yönetmenler ve yapımcılar arasındaki Yahudiler:
* Steven Spielberg, Mel Brooks, Oliver Stone, Aaaron Spelling (Beverly Hills 90210), Neil Simon (The Odd Couple), Andrew Vaina (Rambo 1 /2 / 3), Michael Mann (Starzky and Hutch), Milos Forman (One Flew Over The Cuckoo's Nest, Amadeus), Douglas Fairbanks (TheThief of Baghdat), Ivan Reitman (Ghostbusters) , Kohen Kardeşler, William Wyler.
William James Sidis,
Sorun kendinize: 250’lik IQ derecesiyle dünyaya gelmiş en parlak insan hangi dine mensuptur?
Sorun kendinize: Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür?
Cevabı şudur: Her çocuğa ve her gence kaliteli eğitim verirler...
Bu eğitim türü sorgulayıcı (teslimiyetçi değil), araştırıcı (ezberci değil) ve yaratıcıdır (bilgi üretmek/bulmak içindir)
Soru: Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür?
Cevap: Yanlış eğitim verdikleri ve gelişime yararı olmayan birer eğitim sistemi uyguladıkları için (Büyük oranda Din Eksenli, Sorgusuz, Araştırmasız, Ezberci ve Dayatmacı eğitim...).
Oysa Gezegenimizde yaklaşık 1.476.233.470 Müslüman yaşamaktadır.
Yani, toplam dünya nüfusu içinde her 5 kişiden biri Müslümandır.
Her bir Hindu'ya 2 Müslüman düşmektedir,
her bir Budist'e karşılık 2 Müslüman vardır ve her bir Yahudi'ye karşılık 100 Müslüman bulunmaktadır. Müslümanlar bu kadar kalabalıklar ama neden güçsüzler?
Nedeni eğitim(sizlik)dir!!!
İslam Konferansı Örgütü'nün (OIC) 57 üyesi vardır ve ülkelerin tümünde sadece 500 adet üniversite bulunmaktadır. Yani üniversite başına 3 milyon Müslüman düşmektedir. Başka bir deyişle 3 milyon kişi için bir üniversite yapılmıştır (Bunların kalitesi de başka bir sorundur!).
Fakat sadece ABD'de 5 bin 758 adet üniversite vardır.
Shanghai Jiao Tong Üniversitesi tarafından 2004 yılında hazırlanan “Dünya Üniversitelerinin Akademik Deger Listesi”ne Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiç birinden ilk 500’e giren tek bir üniversite yoktu.
Neden?.. Yanıt: Kalitesiz ve ezberci eğitim...
OKUMA YAZMA ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK!
UNDP tarafından toplanan verilere göre Hıristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı % 89’dur. Bunların %98’i ise en az ilkokul mezundur ve 100 kişiden 40’ı üniversite mezunudur. 15 Hıristiyan çoğunluğa sahip ülkedeki okuma-yazma oran ise %100’dür, yani bu 15 ülkede okuma-yazması olmayan tek kişiye rastlamak olası değildir!.
Müslüman ülkelerde durum bunun zıddıdır: 100 kişiden sadece 40’ı okuma-yazma bilir ve herkesin okuryazar olduğu bir tek Müslüman ülke bulunmamaktadır! Bunların %50’si ilkokul mezundur ve sadece %2’si üniversiteyi bitirmiştir.
BİLİM İNSANLARININ ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK!
ABD’de toplam bilim insanı sayısı 4.000, Japonya’da 5.000’dir. 57 Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki toplam bilim adamı sayısı ise sadece 230 kişidir. (Akademisyenlerin hepsi bilim insanı değildir. Bilim insanı demek, pozitif bilimlerle aktif olarak uğraşan kişi demektir.) Ve her 1 milyon Müslüman kişiye sadece 1 bilim insanı düşmektedir.
Teknisyenler bakımından Müslüman çoğunluklu Arap ülkelerdeki durum daha da kötüdür: Her 1 milyon Müslüman Arap nüfus içinde 50 teknisyen bulunmaktadır. Hıristiyan dünyasında ise her bir milyon kişi içinde 1000 teknisyen bulunmaktadır.
NEDEN?.. Yanıt: Kalitesiz-ezberci eğitim ve ARGE’ye (araştırma geliştirmeye) yeterli kaynak ayrılmaması...
Çünkü Müslümanlar gayri safi milli gelirin yalnızca % 0,2’sini araştırma-geliştirme bütçesi olarak ayırıyor.
Buna karşın Hıristiyan dünyası araştırma-geliştirmeye % 5 oranında, yani 25 kat daha fazla fon ayırmaktadır.
SONUÇ:
İslam dünyası yeni bilgi üretebilecek kapasiteden yoksundur.
Ayrıca dünyanın ürettiği bilgiyi kendi halklarına öğretmekte de başarısızdır.
Bunun kanıtı ise ileri teknoloji ihracat rakamlarında saklıdır:
Pakistan’ın ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın içindeki oran %1’dir. Suudi Arabistan, Kuveyt, Fas ve Cezayir’in ise % 0,3’tür.
Hıristiyan Singapur'da bu oran % 58'dir.
Gelecek Bilgi temelli toplumların olacaktır
Ilginçtir, Müslüman 57 ülkenin gayri safi milli hâsılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. Buna karşın 310 milyonluk ABD tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte; Çin 8 trilyon dolar,
Japonya 3,8 trilyon dolar ve Almanya 2,4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. (Satın alma gücü eşitlenerek hesaplama yapılmıştır.)
Mal ve hizmet üretimi: İspanya’da 1 trilyon doların üzerindedir. Katolik Polonya 489 milyar dolarlık mal ve hizmet üretimi gerçekleşmektedir. Budist Tayland 545 milyar dolar değerinde mal ve hizmet üretimi yapmaktadır.
İşin daha acıklı tarafı ise şudur: İslam Dünyasının gayri safi milli hâsılasının tüm dünya gayri safi milli hâsılası içindeki oranı hızla azalmaktadır.
O halde Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür?
Cevap: Eğitim Yoksunluğu. Tam anlamıyla söylersek; kaliteli ve çağdaş eğitim yoksunluğu.
Çok kesin biçimde söylersek; akılcı olmayan, ezberci, teslimiyetçi, din eksenli ve çağdışı eğitim...
Araştırmayı yapan: Dr. Faruk Saleem – İslamabat, Pakistan
Ayrıca dünyanın ürettiği bilgiyi kendi halklarına öğretmekte de başarısızdır.
Bunun kanıtı ise ileri teknoloji ihracat rakamlarında saklıdır:
Pakistan’ın ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın içindeki oran %1’dir. Suudi Arabistan, Kuveyt, Fas ve Cezayir’in ise % 0,3’tür.
Hıristiyan Singapur'da bu oran % 58'dir.
Gelecek Bilgi temelli toplumların olacaktır
Ilginçtir, Müslüman 57 ülkenin gayri safi milli hâsılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. Buna karşın 310 milyonluk ABD tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte; Çin 8 trilyon dolar,
Japonya 3,8 trilyon dolar ve Almanya 2,4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. (Satın alma gücü eşitlenerek hesaplama yapılmıştır.)
Mal ve hizmet üretimi: İspanya’da 1 trilyon doların üzerindedir. Katolik Polonya 489 milyar dolarlık mal ve hizmet üretimi gerçekleşmektedir. Budist Tayland 545 milyar dolar değerinde mal ve hizmet üretimi yapmaktadır.
İşin daha acıklı tarafı ise şudur: İslam Dünyasının gayri safi milli hâsılasının tüm dünya gayri safi milli hâsılası içindeki oranı hızla azalmaktadır.
O halde Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür?
Cevap: Eğitim Yoksunluğu. Tam anlamıyla söylersek; kaliteli ve çağdaş eğitim yoksunluğu.
Çok kesin biçimde söylersek; akılcı olmayan, ezberci, teslimiyetçi, din eksenli ve çağdışı eğitim...
Araştırmayı yapan: Dr. Faruk Saleem – İslamabat, Pakistan
BİLİM
ADAMLARININ YAPTIĞI BULUŞLAR; TANRININ SIRRINI KEŞFETMEKTİR...
Müslüman
Toplumların, Bilimse l çalışmalara yeterince önem vermediklerini vurgulamak
üzere; Yine başka bir Pakistanlı, Nobel ödüllü Fizikçi Bilim Adamı şöyle diyor:
Ben
Müslüman bir Bilim Adamı olarak, Kur-ani cebimde taşıyorum ama.
Müslümanlar,
benim Bilimsel kitabımı, yanlarında taşımıyorlar, ya da, okumuyorlar anlamında,
sözler sarf ediyor.
Peki bu
yaklaşım, yanlış mı!? Değil..
Bilim
Adamları aslında, hiçbir şeyi yoktan var etmiyorlar.
Var olan
maddeleri, değişik şeıkillerde birleştirip, yeni başka maddeler buluyorlar,
Normal
duyu organlarıyla algılayamadığımız bazı şeyleri algılayabilir hale
getiriyorlar.
Örneğin
100-150 sene önce,televizyon dan, görüntülü televizyondan bahsetseniz,
Aynı anda
bu görüntülerin, Dünyanın her tarafında izlenebileceğini söyleseniz kim
inanırdı?
Gramafonun
bulunması,
Ses ve
görüntünün kayıt edilmesi
Ampulün
bulunması: Elektrik enerjisinin, hayatımızın bütün alanlarında kullanılması,
hayatımızı kolaylaştırması,
Nihayetinde,
uzay yarışının başlaması,
Ay’a,
insanlı uzay aracının inmesi,
Mars’a,
Jüpiter’e uydu gönderilmesi gibi
ilerlemeler,
Bizlere
Tanrının büyüklüğü ve kudreti konusunda, şok önemli ipuçları veriyor...
Bu hususu,
Bilim Adamları, normal insandan, daha fazla bilir...
Rönesans
ve aydınlanma döneminde, İtalyan Bilim Adamı, Leonardoda Vinçi’nin Dünya’nın
yuvarlak olduğu fikrini ortaya atması,
Portekizli
Denizci, Macellan’ın denizden, hep
Batı’ya ,gidilirse, Doğu’ya varılacağını söylemesi,
Ve bunu
ispatlaması,
Dünya’nın
yuvarlak olduğunu kanıtlaması,
İngiliz
Bilim Adamı Sır İsag Newton’un;
Bir elma
ağacının altında otururken, bir elmanın yere düşmesini görüp te,
Bu elma
niye yere düşüyor da, havaya yükselmiyor gibi aklına soru gelmesi ve
nihayetinde, yer çekimini bulması,
Sonrasında,
uzay çalışmalarının başlaması, Ay’a çıkılması ,
Uzay
çalışmalarının daha üst noktalara gelmesi
Dünya’nın
ve tüm gezeğenlerin, yıldızların, boşlukta ve çekim güçleriyle birbirlerini
dengeleyip,
Milyonlarca
yıl dan beri, konumlarını muhafaza
ettikleri bilinmektedir.
Güneşin,
milyonlarca, milyarlarca yıldan beri, Dünyamızı ve güneş sistemi gezeğenlerini
aydınlatması ve enerjisinin bitmemesi, Tanrının kudretini göstermesi açısından
çok önemlidir.
Dolayısıyla Bilim Adamlarının yaptıkları şey, Tanrının
sırlarını, keşfetmek diyoruz….
Neticede
Bilim Adamlarının çalışmaları ve buluşları sayesinde,
İnsanların
yaşamına giren aklı telefonlar,
televizyonlar sayesinde yaşam daha kolaylaşırken,
Bu
teknolojiye destek veren Devletlerde yaşayan insanların da, refah seviyesi
yükseliyor,
Bu gibi
devletler, başkaları üzerinde, teknoloji sayesinde, üstünmlük kuruyorlar.
Bu gün
yaşadığımız sorunların nedenlerinden bniri de,bu.
Hatırlayacağınız
üzere, Hazerfen çelebi, kuşların nasıl uçtuklarını düşünerek, yapay kanatlarla,
İstanbul-Galata Kulesi’n den kendini boşluğa bırakması, İstanbul Boğzı’nı geçerek, Üsküdar Pazarı’nın üstünde süzülerek, meydana inmesi,
İnsanları
şaşkına çevirmiştir.
Aslında
teknik açıdan, burada şaşılacak bir şey yok ama
Bu husus,
Osmanlı Sarayı’na kadar gitmiş, normal
insan uçmaz.Bu şeytandır.,
Siz
kudretli Padişahsınız, sizin yapamadığınızı, bu kişinin yapmış olması,
Sizin
kudretinizi gölgeler demişler,
Ve Hzerfen
Çelebi’nin takdir edilmesi gerekirken,
O’nu sürgüne göndermişler…
Aslında
binlerce ton ağırlığındaki uçak gemisinin suyun üstünde durması,
200-300,
hatta daha fazla insan taşıyan bir jet uçağının havada kalması, uçması da,
Tanrının
suya ve havaya verdiği kaldırma gücüdür.
İlim
Adamlarının yaptıkları ise;
Bu gücün
keşfedilmesi ve nasıl kullanılacağıdır…
Bu
örneklerden gelmek istediğim husus şudur:
Kur-an’da
aradığınız her şey, tabiatta vardır diyor ama
Arşimed’in
bulduğu, suyun kaldırma gücü kanununu bilmezseniz,
Binlerce
ton ağırlığındaki, uçak gemisini yapamazsınız.
Havanın
kaldırma gücü de, buna benzer.
Bu
kanundan yararlanarak, önce balonlar, sonrasında, Zeplin balonları,
Daha
sonrada pervaneli uçaklar ve nihayet jet motoru ile çalışan, dev yolcu uçakları
yapılmıştır.
Dolayısıyla,
biz Müslüman Toplumların, her şey, Kur-an’da var diyerek, böbürlenmemize gerek
yok.
Gazeteci
–Yazar Ali BEKTAN, bu gibi konularda da, şöule diyor:
Kur_anı en çok
inceleyip, yararlanmak isteyen Bilim Adamları da, Amerikalılardır diyor.
Amerikalıları,
Şam’da Kütüphanede, araştırma yaparken, birçok defalar görmüş.
Saygılarımla.
Makine Yüksek Mühendisi Ahmet YALVAÇ
Enerji Uzmanı – Gazeteci Yazar