28 Haziran 2016 Salı

GELİŞEN SON OLAYLARI NASIL OKUMALI? - ( 3 ) - Makine Yüksek Mühendisi Ahmet YALVAÇ, Enerji Uzmanı - Gazeteci Yazar

GELİŞEN SON OLAYLARI NASIL OKUMALI?.. - (3)
Sevgili Okurlar, bu ana başlık altında bu gün, 3. Makaleyi yazıyorum.
Eğer 1 ve 2 numaralı olanlarını okumayan Arkadaşlarımız, bu makalelere de bir göz atarlarsa;
Anlam bütünlüğü açısından, yararlı olur.
Ben münferit yazılar yerine;
Türkiye’yi ve Halkımızı meşgul eden olayları, gelişmeleri, bir bütün olarak ele alıp; işin özünü ve perde arkasını ortaya koymaya çalışıyorum,
Sorunları ve perde arkasını ortaya koymaya çalışırken, çözümleri konusunda da, önerilerde bulunuyorum
B u itibarla benim makalelerim, birbiriyle bağlantılı; analiz-sentez türü yazılardır.
 Türkiye’nin geldiği, ya da getirildiği noktayı ortaya koymaya çalışırken;
Haber niteliği olan, yazılı ve görsel basınımızda yer alan, bazı konulara da, orijinal hali ile yer vermeye, gayret ediyorum.
                Netice itibariyle, Türkiye’nin içinde bulunduğu kaos ortamından nasıl çıkabileceğine ışık tutmaya çalışıyorum…
Duruma göre,
 Seri yazı dizisine, bazen biraz ara verip, başka konulara giriyor, gerek gördüğümde, kaldığımız yerden devam ediyorum.
Günün konularına geçmeden önce, çok önemli iki hususa daha, dikkatinizi çekmek isterim.
1-BEN Anayurt Gazetesi’nde yazarken;
NİÇİN OLMAMIZ GEREKEN YERDE DEĞİLİZ başlığı altında, Toplumsal analiz niteliğinde, 8 makale yayınlamıştım.
Meraklı olan Sayın Okurlar; Anayurt Gazetesi-Ahmet YALVAÇ-Niçin Olmamız Gereken Yerde Değiliz yazar ve enter’e basarlarsa;
Bu yazılara, ulaşabilirler.
2-TÜRKİYE’NİN ETNİK KÖKENİ
Bu konuda yayınlanmış 21 makale var.
Bu konu aslında bir Türk tarihidir. Bazılarının sandığı gibi, Türklerin Anadolu’ya gelişlerinin; 1071’de Selçuklu Sultanı Alparslan’ın, Bizans İmparatoru Romen Diogen’i, Malazgirt’te yenmesiyle değil ; Milattan önce 10 Bin-15 BİN Yıl öncesine dayandığıdır.
Daha da önemlisi, Kürtlerin; Türk’ün bir kolu olduğuna dair, bilimsel bir araştırmadır.
Bu yazı dizisine de eğer; Anayurt Gazetesi-Ahmet YALVAÇ-Türkiye’nin Etnik Kökeni yazılır ve enter’e basılırsa, ulaşılabilir.
Bu günkü konuları, şöyle sıralayabiliriz.
1-9.CUMHURBAŞKANI SÜLEYMAN DEMİREL’İ ÖLÜMÜNÜN 1.YILINDA, RAHMETLE, MİNNETLE VE ÖZLEMLE ANIYORUZ.
9.Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL, 17 Haziran 2015’te aramızdan ayrıldı.
Sayın DEMİREL, 1 Kasım 1924 yılında, Ispata-İslamköy’de doğmuştu.Buna göre; öldüğünde, 90 küsur yaşında olduğu anlaşılıyor.
Bu vesile ile günümüz Siyasilerine de örnek olması bakımından;
Sayın DEMİREL hakkında, kısaca bir şeyler söylemek istiyorum.
 Süleyman DEMİREL, Cumhurbaşkanlığı görevi sona erdikten sonrada, köşesine çekilmemiş;
Türkiye’nin Birlik ve beraberliğinin korunması konusunda, bilge kişiliği ile yeri geldiğinde, gerekli tavsiyelerde bulunmuş, yapılması gerekenleri söylemiş, hep yönlendirici olmuştur.
Bu itibarla, ülke konusunda, kaygı duyan çoğu kişi, O’nu ziyaretle, görüşlerini alma gereğini duymuştur.
Ama Sayın DEMİREL’in dolaylı da olsa, siyasetle ilgisinin devam etmesi;
AKP İktidarını ve O’nun lideri Recep Tayyip ERDOĞAN’ın hoşuna gitmemiş olmalı ki;
Geçmişte görevi başındayken, bazı konulardan, O sorumlu tutulmak, bir şeylerle ilişkilendirilmek istenmiştir.
Malûmunuz olduğu üzere, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, zor anlarda, ya da gerekli gördüğü zamanlarda olmalı ki;
Mustafa Kemal ATATÜRK ve Silah Arkadaşlarını geçtik; sorunun kaynağını,10-200 Yıl öncesine dayandırıyor…
Eğer mümkün olsa ve hayatta olsalar, 150-200 Sene önce yaşamış, Padişahları ve bazı kişileri de sorguya çekip, yargılayacak!...
Ya herkes kendi döneminden sorumlu…
Ve herkes kendi döneminde işini, en iyi bir şekilde yapsa, yapmaya gayret sarf etse, hiç bir sorun yaşanmaz!...
Ama burada amaç başka…
Bunun gibi, dolaylı da olsa, iktidar baskısı;
Başta Süleyman DEMİREL olmak üzere, bazı önemli kişilerin, zamansız bir şekilde, aramızdan ayrılmalarına;
Zemin hazırlamış olabilir…
Muhtemelen O’nun da bazı hataları olmuştur ama
Ülkemiz adına yaptığı katkıların, daha ağır bastığına inanıyorum.
Sayın DEMİREL, Halkın içinden gelen, bir Köylü çocuğuydu. Bazıları O’nu Çoban SÜLÜ lakabıyla anarlardı.
Ama O, Köylü çocuğu olmaktan ve kendisine yakıştırılan lakaplardan da, asla rahatsız olmazdı.
O’nun Isparta şivesiyle, kendi mantık çerçevesi dahilinde yaptığı benzetmeler, verdiği cevaplar ile O’nun hoş görüsü, Halkımızın hafızasına kazınmış ve çoğu Komedyenlere, malzeme olmuştur.
Ama Sayın DEMİREL, kendisinin taklidini yapan Sanatçılara hiç tepki göstermez, hatta bundan büyük bir mutluluk duyardı, hoş görüyle karşılardı…
Peki günümüz Türkiye’sinde, Yönetimi  elinde bulunduranlar için, aynı şey söylenebilir mi?..
Gençliğimde, yıllarca önce bizzat duyduğum ve yazılı basında da yer alan 2 örnek vermek istiyorum.
CHP’liler kızmasın, bir art niyetimde yok; Sayın DEMİREL bir seçim kampanyasında, şöyle diyordu:
ADALET PARTİSİ, meyve dalı; Cumhuriyet Halk Partisi, karaçalı…
 Nihayetinde çocukların yaptığı tekerlemelere benzeyen, bu ve bunun gibi daha çok sözler var…
Şimdi ilginç bir karikatürden bahsetmek istiyorum:
Rahmetli, dolmayı çok severmiş. Annesi de O’na kendi elleriyle dolma yedirmesini çok severmiş…
Bu bir çocukluk hikâyesi değil, bu alışkanlık Sayın DEMİREL’in, muhtemelen Başbakan olduğu zamanda da devam eden bir durum.
Neticede ilgili karikatürde Sayın DEMİREL, sırt üstü uzanmış, başını, Annesinin dizlerine koymuş; Annesi de Oğluna dolma yediriyor, yere dökülen pirinç tanelerini yerden alıyor ve birer birer Oğul Süleyman’ın ağzına sokuyor.
Oğul Süleyman da bundan büyük bir mutluluk duyuyor.
Ve Oğul Süleyman’ın  gözleri ve yüz hareketleri, mutluluktan ilginç şekiller alıyor…
Sayın Süleyman DEMİREL’in, Toplumsal olaylarda ve Hükümeti  protestolarda, tarihe mal olmuş ilginç bir yaklaşımı, ilginç bir sözü vardı: YOLLAR YÜRÜMEKLE AŞINMAZ…
O zaman böylesi bir söz ve yaklaşım tarzı; vurdumduymaz, önemsemez olarak algılanırdı…
 Ama böylesi serbest bir ortamda;
Öğrenciler ve Halk, protestosunu yapar, yerine göre bağırır, çağırır, içini boşaltır ama Güvenlik güçleri ve Polis;
Şimdi olduğu gibi, öğrencilere ve Halka, şiddet uygulamazdı.
Ben Yüksek öğrenin için, İstanbul’da okurken, bu gibi olaylara çok rastladım.
O zaman Toplumsal olaylara müdahale eden Polisin, kıyafeti de şimdikinden farlı idi ve cam göbeği yeşil renkte idi, başta beyaz miğfer ve belde beyaz kemer vardı
Her halde Toplum Polisinin Halka ve öğrencilere şiddet uygulamadığından olmalı ki;
Toplum Polisinin Halk arasındaki adı FRUKO idi.
Bilmeyenler, ya da unutanlar için, söyleyelim; PEPSİ firmasının bir gazlı içecek türü. Fruko gazoz, Fruko meyveli gibi
Yukarıda vurgulamaya çalıştığım üzere, özellikle rahmetli Süleyman DEMİREL zamanında;
Halkın ve öğrencilerin, gösteri ve yürüyüş hakkı ve protesto hakkını kullanarak tavrını, şikâyetini ortaya koyması ve böylece boşalması;
Gelişmiş Batı demokrasilerinde, zaman içinde daha da gelişen bir hoş görü ve olmazsa olmazlardandır.
Basın özgürlüğü de öyle…
Ama bu gün, her alanda özgürlüklerin ve Hükümeti  protesto hakkının kısıtlandığını, giderek de, daraltıldığını görüyoruz…
Dolayısıyla bu gün;
Gösteri ve yürüyüş hakkının kullanılması ve Basın özgürlüğü konusunda da;
Eskiye nazaran, bir geriye gidiş söz konusudur.
Kimsenin mal ve canına kast edilmediği, zarar verilmediği sürece, herkes, protestosunu rahatça yapabilmeli, Güvenlik güçleri ve Polis, kimseye şiddet uygulamamalı, orantısız güç kullanmamalıdır…
Bu vesile ile çoğu çevre duyarlılığından kaynaklanan ve haklı nedenlere dayanan konularda, iyi bir vatandaş olma çerçevesinde iyi niyetle yapılan protestolarda;
Özellikle İSTANBUL-Taksim, Gezi Parkı olaylarıyla başlayıp, başka alanlara sıçrayan protestolarda, hayatını kaybeden Gençlerimizi, Vatandaşlarımızı saygıyla, minnetle anıyor ve Tanrıdan rahmet diyorum
Bu gibi konularda, hedef alınarak sıkılan gaz fişekleri neticesinde gözlerini kaybedenlere, sıkılan gazla, ya da, başka sebeplerden yaralananlara, sağlıkları olumsuz yönde etkilenenlere de;
Geçmiş olsun diyorum ve yeni yaşamlarında kolaylıklar diliyorum.
 İktidar ve Muhalefet Partileri arasında, elbette o zaman da rekabet vardı.
Ama iktidardaki Süleyman DEMİREL, muhalefet Partisi ve Liderlerine;
Şimdiki zamanda sıkça görmeye alışık olduğumuz, ağza alınmayacak sözleri, hakaretleri asla telaffuz etmezdi…
Aynı zamanda şimdi olduğu gibi, kendisini protesto eden, ya da eleştiren işçi, Köylü, memur, ya da bir başkasına, öğrenciye; Askerlik yan gelip yatma yeri değildir, İşsizlik senin sorunun, oyunu al kendine sakla, İsrail dölü, gibi hakaret ve aşağılayıcı sözleri;
Süleyman DEMİREL asla kullanmamıştır.
Ve bu özelliklerinde dolayı Halkımız bu gün de, Sayın DEMİREL’i rahmetle, minnetle anıyordur.
Ben İstanbul’da Yüksek öğrenim için bulunduğum ve çalıştığım süre içerisinde, okuduğum gazetelerden biri de; Milliyet idi.
O zaman Milliyet’te çalışan ve şimdi hayatta olmayan Bedri KORAMAN adında, bir karikatürist vardı.
Sayın KORAMAN, siyasi  Parti liderleri arasındaki rekabeti, çekişmeleri ve Toplumsal olayları;
Çok güzel ve anlamlı bir şekilde, karikatürle ve mizahi yazılarla anlatmaya çalışırdı.
Bu karikatürlerde Süleyman DEMİREL, Necmettin ERBAKAN, Bülent ECEVİT,İsmet İNÖNÜ Alparslan TÜRKEŞ,Osman BÖLÜKBAŞI, herkes vardı…
Bedri KORAMAN’ın karikatürleri ve mizah yazıları, sanıyorum hemen her gün ve manşetten yayınlanırdı.
Aslında Sayın Bedri KORAMAN’ın, geçmişte yayınlanan bu karikatürleri, bir kitapta toplanmalı,
Başta Sayın Süleyman DEMİREL olmak üzere, geçmişe yön veren siyasi kişilerin olumlu yönleri;
Başta şimdiki siyasetçilere örnek olması,Halkımızın ve gelecek kuşakların da,istifadesine,sunulmalıdır.
Eğer bu gibi konular, ekranlara taşınırsa, daha kısa zamanda, daha geniş kitlelere ulaşma imkânı da, ortaya çıkar.
Şimdi siyasi baskı ve korkudan dolayı, böyle karikatürlerin olmadığını görüyoruz. Muhtemelen şimdi, rahmetli KORAMAN gibi karikatüristler de yok.
Zira baskı ve sansürün söz konusu olduğu yerde, böyle güzel eserlerde ortaya çıkmaz, Bedri KORAMAN gibi sanatçılarda, kolay kolay yetişmez.
 Yakın zamanda aramızdan ayrılan, ünlü bir tiyatro sanatçısı, hepimizin tanıdığı levent KIRCA vardı.
Oda siyasi baskılara ve stresli ortamdan etkilenmiş olmalı ki; karaciğer kanseri dolayısıyla, genç sayılacak yaşta, aramızdan ayrılıp gitti…
Sayın DEMİREL’e bazıları, bir zamanlar Mason DEMİREL, Morrison DEMİREL derlerdi ve bu gibi sözlerle aslında, O’nu bir şekilde küçümseyip, küçültmek isterlerdi
Ama O, Türkiye’yi idare ettiği süre içerisinde; kimseyi birbiriyle takıştırıp-tokuşturmadı,
Kimseyi Dinine, İnancına ve Görüşlerine göre ayrıştırmadı,
Kimseye sen Alevi’sin, sen Sünni’sin demedi…
Sayın Süleyman DEMİREL, Askeri darbe, ya da müdahalelerden en fazla mağdur olan kişidir.
Ama O, hiçbir zaman, Askerin aleyhinde bir davranış içinde olmamış ve Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmamıştır.
                Sayın DEMİREL, Askeri müdahalelerle, 6 defa görevini bırakmak durumunda kalmış ama 7,sinde, yine kendi gücü ile gelmesini bilmiştir.
                İşte Demokrasi Yönetimi ve Demokrasiye gerçek inanç budur…
                Şimdi birde; Türkiye’yi idare edenlere bakın!...;
                Bırakın İleri Demokrasi ve Halkın iradesi söylemlerini, Sayın DEMİREL örneğinden de anlaşılacağı üzere;
                Normal Demokrasi konusunda da, eskiye nazaran, çok gerilerde kaldık.
                RAHMETLİ SÜLEYMAN DEMİREL’İN BİR LAKABI DA, BARAJLAR KIRALI İDİ.
                Bir kişinin Toplum yararına yapacağı faydalı işler ve koyacağı doğrudan katkı;
O kişinin yaşam felsefesi, aldığı eğitim, tercih ettiği meslek ve mesleğinde, ne kadar başarılı olduğu ile de yakından ilgisi vardır.
Süleyman DEMİREL, İstanbul Teknik Üniversitesi İTÜ mezunu, bir İnşaat Mühendisidir. Su ve baraj konusunda ihtisas yaparak,  İnşaat Yüksek Mühendisi olmuştur.
Süleyman DEMİREL, Türkiye’de büyük kapasiteli Hidro Elektrik Santrallerinin kurulmasında, örneğin Keban HES ve ATATÜRK HES ile HARRAN Ovası Sulama Tesisleri GAP gibi büyük yatırımların;proje safhasında, ya da hayata geçirilişinde, hep O’nun emeği, katkısı vardır.
Ve Türkiye’nin sanayileşme noktasında yaptığı, daha birçok faydalı işler…
 Bu husus;
Konusunda uzman bir Yüksek Mühendis, ya da konusunda uzman bir Kişinin, Devlet idaresinde bulunmasının;
Sorunların çözümü konusunda, ne kadar önemli bir faktör olduğunu, yaşanan daha birçok örnekten görüyor ve anlıyoruz.
 Süleyman DEMİREL, Turgut ÖZAL gibi Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış kişilerin, Devlet Yönetiminde de başarılı olmalarının temel nedenlerinden biri;
Elbette Mühendis kökenli olmalarındandır…
DİĞER ÇOK ÖNEMLİ BAŞKA BİR NEDENDE ŞU İDİ:
Bu kişiler, aldıkları iyi Eğitim, bilgi, tecrübe ve donanım açısından, konularında uzman kişilerdi ve inançlı insanlardı da ama
Dünya görüşleri; Merkez Sağ idi.
Dolayısıyla her görüşten, her inançtan insana saygılı olmaları, hoş görülü olmalarının temel nedeni bu idi
Cumhuriyet’le Mustafa Kemal ATATÜRK’le ve O’nun Silah Arkadaşlarıyla da, bir sorunları yoktu…
Bu gün yaşadığımız sorunlar;
3 Kasım2002’den itibaren bu güne kadar, Türkiye’yi yönetmekte olan, Adalet ve Kalkınma Partisi AKP ve O’nun fiili lideri durumundaki ve şimdinin Cumhurbaşkanı, Recep Tayyip ERDOĞAN’in;
Din eksenli bir Yönetim şekli kurma ve dolayısıyla Türkiye’yi Cumhuriyetten, ATATÜRK İlke ve İnkilâplarından uzaklaştırma niyet ve çabaları olduğunu, söyleyebiliriz.
Bu gün en garanti, en kestirme yolun; İMAM-Hatip kökenli olmak olduğunu, görüyoruz.
İş öyle bir noktaya geldi ve getirildi ki;
Düz Liselerin adı değiştirilip; İmam-Hatip Lisesine dönüştürülmeye ve öğrencilerde;
İmam- Hatip Liselerine gitmeye zorlanıyor.
Bu durumdan çoğu aileler rahatsız. Çocuklarının İmam-Hatip Okullarında okumasını istemeyen  varlıklı aileler, çocuklarını; büyük paralar ödeyerek, ya Özel okullara, ya da, Yurt dışındaki okullara gönderiyorlar.
AKP İktidarının Din saplantısı yüzünden, çok sayıda vatandaşımızın, Yüksek Öğrenim dışında; Lise öğrenimi içinde, çocuklarını Yurt dışına göndermelerinden dolayı;
Milyonlarca, ya da Milyarlarca paranın Yurt dışına çıktığına işaret ediliyor.
Bu gün Devlet ‘in Yönetim Kadrosunun, en tepeden, en alta kadar;
Eğitim, bilgi, tecrübe ve donanım açısından;
Eskiye nazaran, daha gerilerde olduğunu gözlemliyoruz.
Türkiye’nin çoğu alanda, geriye gidişinin, başarısız oluşunun, temel nedeni de, bu zaten.
2- CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN, YÜKSEK ÖĞRENİM MUAMMASI!...
12 Haziran 2016 Tarihli Bir Gün Gazetesi bu hususu, şöyle bir başlıkla özetlemiş:
DOKTORA ÇOK, DİPLOMA YOK.
Tabi ki burada sözü edilen Doktora; fahri doktoradır.Fahri Doktorada, gerçek anlamda, bir Üniversitede bir konuda Bilimsel araştırmalar yapıp, gerçek anlamda bir diploma almak, söz konusu değildir elbet…
Bu gibi fahri Doktora unvanları daha ziyade, bazı Yabancı devletlerin üniversiteleri tarafından ve daha çok siyasi çıkar ve iyi ilişkiler çerçevesinde;
Daha önceleri Türkiye’nin Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı sıfatıyla verilmiş, genelde siyasi belgelerdir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın Yüksek Öğrenim Muamması adı altıda, gündeme gelen husus;
Sayın ERDOĞAN’ın 4 yıllık bir Eğitim kurumundan mezun olmadığı;
2 Yıllık olduğu hususu ağır basan, bir Ön Lisans belgesinin olduğu,
Ama bununda gerçek olmadığı, sahte oldu yönündeki iddialardır.
Bu konu ve iddiaların, Türkiye çapında yazılı ve görsel basına ve sanal medyaya  yansıması ve bu konunun büyük yankı uyandırması, rencide edici ifadeler kullanılmasına rağmen;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı olarak tepede bulunması dolayısıyla;
Bu güne kadar, Diplomasını çıkartıp, Kamu oyuna sunmamış, ya da sunamamış olması,
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak, tabi ki, çoğu kişiyi üzüyor.
Böylesi bir konu, gelişmiş Batı devletlerinde, örneğin Almanya, İngiltere, Fransa, Amerika, ya da Japonya’da yaşansa;
Söz konusu olan kişi; ya kendiliğinden istifa eder, ya da, Yargı yoluyla görevinden alınırdı…
Ben burada, konuyu kısaca özetlemek istiyorum.
Eski CHP Milletvekili Melda ONUR, sosyal Medyada paylaştığı bir bilgide, şu hususa vurgu yapıyor:
Sayın Melda ONUR da aynı Okuldan mezun olmuş
MEZUNİYET TARİHİ, Sayın ERDOĞAN’dan sonra olduğu halde;
Her nasılsa Sayın ERDOĞAN’ın, Diploma numarası, Melda ONUR’un Diploma numarasından, daha büyük.
Melda ONUR, 1985’te mezun olmuş ve Diploma numarası;2620,
Melda ONUR’dan sonra mezun olduğu öne sürülen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, 1981’de mezun olmuş ve Diploma numarası; 8345
Eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU,
Yüksek Seçim Kurulu YSK’nın, HDP’nin resmi talebi çerçevesinde; HDP’ye gönderdiği;
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın NOTER tasdikli diploması üzerinde;
13 hususta, çelişki saptamış.
Ben burada sadece, 5numarada yer alan konu hakkında, bir şeyler söylemek istiyorum.
1981 Şubat’ta öğrenim bitirildiği ifade edilmesine rağmen,1982’de kurulan Marmara Üniversitesi ve 1983’te kurulan İktisadi İdari Bilimler Fakültesi ( Rektörlük açıklaması,sy2,prg 8 )
Burada da, bir çelişki olduğu anlaşılıyor.
Diplomanın alındığı iddia edilen 1981’de; henüz faaliyete geçmemiş bir bölüm…
Sonra başka bir haber kaynağında okumuştum; o tarihte mezun olanlar, bir araya gelip; anılarını tazelemişler.Mezun olanlar arasında, Recep Tayyip ERDOĞAN’nı, net olarak, görüp, tanıyan kişi yok…
7 haziran 2016 Salı; CUMHURİYET Gazetesi’nin haberi:
DİPLOMASI SIR, DOSYASI KAYIP.
ERDOĞAN’ın, sahte olduğu iddiası ile kamuoyunda tartışılan üniversişte diplomasına ilişkin, Marmara Üniversitesi arşivine getirilen erişim kararı da, adliyede yok oldu.
AVUKATLARIN dosya numarası ile yaptığı araştırma da, kararın trafik cezasına ilişkin olduğu ortaya çıktı.
Israr üzerine, adliyeden dosyanın bulunamadığı,
Kayıtlarda da olmadığı, bilgisi verildi.
3-MUHALET PARTİLERİ; CHP, MHP VE HDP;
BU GİBİ ÖNEMLİ BİLGİLERİ NİYE KULLANAMIYORLAR?...
Daha önceleri, CHP Trabzon Milletvekili Avukat haluk PEKŞEN;
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın, her vesile yaptığı, yapmaya devam ettiği Anayasa ihlâlleri karşısında;
CHP olarak,110 Milletvekili ile Anayasa Mahkemesi nezdinde dava açıp;
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın azledilmesini isteyecekleri hususu, defalarca, Televizyon ekranlarında yer almasına rağmen;
Bu güne kadar, resmi bir girişimin yapıldığını duymadık…
Sayın Haluk PEKŞEN, sorunun çözümünü, açık yüreklilikle ortaya koydu ama
Devamını CHP Genel Başkanı sıfatıyla, Kemal KILIÇDAROĞLU’nun ;  getirmesi gerekiyordu, ama bir şey görmedik…
Dolayısıyla bu gün Türkiye’de, özellikle bir Muhalefet, boşluğunun olduğu, ortaya çıkıyor.
CHP LİDERİ Kemal KILIÇDAROĞLU görünürde bir şeyler yapmanın gayreti içerisinde. Ama elindeki kozları, yukarıdaki örneklerden de görüldüğü üzere;
Kullandığı, kullanabildiği de söylenemez.
Devlet BAHÇELİ ve Kemal KILIÇDAROĞLU ile bir yere varılamayacağı ortada…
Halkların Demokrasi Partisi HDP’nin kimi teslim ettiği bilindiğine göre;
Türkiye’nin bölünüp-Parçalanması fikrinden vazgeçmediği süre içerisinde;
Bu Partinin başında kimin olduğu, o kadar, önemli değil.
4-20 MAYIS 2016’DA MİLLETVEKİLLERİNİN DOKUNULMAZLIKLARININ KALDIRILMASI;
367 OYLA, REFERANDUMA GEREK KALMADAN KABUL EDİLDİ…
Böylesi bir husustan dolayı kimse;
Oh ne güzel, eşitlik sağlandı, böylece Milletvekilleri de; işlediği suçlardan yargılanacak gibi, bir algıya kapılmasınlar.
Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının toptan kaldırılmasında;
İktidarı bırakmak niyetinde olmadığı, mevcut uygulamalarla da açıkça anlaşılan AKP ve O’nun fiili Lideri konumundaki, şimdinin de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın İhtiyaç ve maksat ve yöntemi biraz farklı…
Şimdi bu bağlamda, gelinen noktayı, biraz açmaya ve muhtemel gelişmelere ışık tutmaya çalışalım.
                BAŞTA HDP ve CHP’DEN YETERİ KADAR MİLLETVEKİLİNİN; YARGI KARARI İLE VEKİLLİKLERİ DÜŞÜRÜLÜRSE;
                BİR ARA SEÇİM, YA DA BİR GENEL SEÇİM OLABİLİR.
                Eğer amaç;
                Siyasi Partiler kanununa muhalefet ve Türkiye’nin bölünüp, parçalanmasına çalışan PKK terör örgütüne destek veren ve o’nun Meclis’deki siyasi uzantısı durumunda olan Halkların Demokrasi Partisi HDP’yi Meclis dışına atmak olsaydı;
                Zaten mevcut Anayasa ve Yasa hükümleri doğrultusunda; bunun nasıl olacağı belli…
                Ama İktidar Partisinin amacında bir aciliyet varsa, mevcut Anayasal ve Yasal sürecin gerçekleşmesi, biraz zaman alabilir.
                Bu noktada şu soruyu da soralım:
                7 Haziran 2015 Milletvekili seçiminden önce AKP ile HDP, sözde Barış süreci, Açılım söylemleri ile Türkiye’nin bu gün, Terör bataklığına gelmesine, birlikte vesile olmadılar mı?
                HDP Milletvekillerini, bu şekilde, Meclis dışına atsak bile;
                CHP, MHP ve bundan sonraki dönemlerde, diğer Partilerin, ya da,Bağımsızların durumu nasıl olacak?...
                KARAMAN’da  Dinci ENSAR ve benzeri başka vakıfların öğrenci yurtlarında, erkek çocuklarına yapılan cinsel taciz olaylarında, CHP Lideri Kemal KILIÇDAROĞLU’nun;
                Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema RAMAZANOĞLU’nu görevini yapmadığı ve AKP İktidarının;
                Bu gibi kuruluşları bir şekilde koruyup, kolladığını belirten konuşması ve başka tarafa çekilen sözlerinden dolayı;
                AKP İktidarı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından, nasıl hedef haline getirildiğini, hep birlikte gördük ve yaşadık.
                Herhalde Kemal KILIÇDAROĞLU’na bu gibi konulardan dolayı da, Fezleke gelecek…
                Dolayısıyla bundan sonrasında, özellikle Muhalefet Milletvekillerinin,
                Haklı nedenlere ve yaptığı araştırmalara dayandırarak yaptığı konuşmalar nedeni ile
                Çoğu hakkında fezleke hazırlanacak…
                Böylesi bir durumda hangi Milletvekili, İktidar partisinden çekinmeden, korkmadan, görevini yapabilir? …
                Yargı’nın bağımsız olmadığı algısının yaygın olduğu, yeni düzenlemelerle;
                Yargı’nın İktidara daha da bağımlı hale gelebileceği göz önünde bulundurulduğunda;
                Milletvekillerinin geleceği; bundan sonrasında;
Bir Hakimin iki dudağı arasından çıkacak söze, karara bağımlı hale getirilmesi;
                Hakla, Adaletle, ne kadar bağdaşır?..
                5-MİLLETVEKİLLERİNİN DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASI TASARISI;
                KOMİSYONDA VE MECLİS’TE AKP, CHP VE MHP’NİN OYLARI İLE KABUL EDİLİP, ONAYLANMIŞTIR.
                Bu vesile ile bu konunun sorumluluğundan ve Ülkemiz adına yaratacağı zararlardan, Muhalefet Liderleri olarak;
                Birinci derecede CHP LİDERİ Kemal KILIÇDAROĞLU ile ikinci derecede. MHP Lideri Devlet BAHÇELİ sorumludur.
6-ŞEHİT CENAZESİ VESİLESİYLE CAMİDE BULUNAN, CHP LİDERİ KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN; 
ÖNÜNE MERMİ BIRAKILMASI GİRİŞİMİNİ KINIYORUZ.
9 Haziran 2016 Perşembe SÖZCÜ Gazetesi
 İSTANBUL Vezneciler’de bombalı saldırıda şehit olan polislerimizin, Fatih Camii’ndeki cenaze töreninde, büyük bir skandal yaşandı. Cenazeye siyaset karıştırıldı.
ESARETE BAK
Kalabalık arasında bulunan bir kişi,önce protokolde bulunan Başbakan Binali YILDIRIM’ın yanına gitti.Aynı kişi, ardından KILIÇDAROĞLU’nu sözde protesto edip,önüne mermi bıraktı.
   GÖZALTINA ALINIP, SERBEST BIRAKILDI.
Provokatörle birlikte, 4 kişi gözaltına alındı.Bunlardan 3’ünün poliste sabıka kaydı çıktı.
Şimdi şu soruyu sormak gerekiyor:
1-Başbakan’nın yakınına kadar sokulup, onunla sohbet eden kişi, aceba ayarlanmış bir AKP militanı mı?
2-İşlenen fiil öldürmeye niyet konusunda, bir ihtar mahiyeti arzettiğinden, provokatör veherhalde yardımcılar olduğu anlaşılan, diğer 3 kişi ile beraber, 4 kişi, gözaltına alındıktan sonra, niye serbest bırakıldı?
3- Şehit cenazelerine katılan bir Muhalefet Partisi Liderine, kim olursa olsunböylesi bir protesto ve ölümle tehdit anlamına gelen. Önüne mermi bırakmak;
Bir saygısızlık ve aynı zamanda bir haksızlık değil mi?...
4-Türkiye’yi 14 yıldan beri CHP ve Kemal KILIÇDAROĞLU mu idare ediyor ki,
Şehit cenazelerinden,O’nu sorumlu tutuyorsun?
Tabi bu da çok ilginç bir yöntem.Sen daha önceleri, PKK’nın yöneticileri, elebaşları ileaçıktan ve gizliden pazarlık içinde ol, sonrasında, suçu başkalarına at!...
Ben CHP’li değilim ama doğruyu söylemek lazım…
Kemal KILIÇDAROĞLU’nun bazı hareket ve konuşmaların doğru mu, yanlış mı olduğu tartışılabilir…
Ama  bu konuda maruz kaldığı durum, çok yanlış ve tehlikeli bir durum.
Yarın, bir gün, Sayın KILIÇDAROĞLU’na birileri suikast düzenleyip, O’nü öldürseler;
Bunun müsebbibi kim olacak?...
7-MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ MHP’DEKİ GELİŞMELER;ÜLKEMİZ ADINA, SİYASETEN GELİNEN ÇOK ÖNEMLİ BİR ADIMDIR.
Malûmunuz olduğu üzere, Milliyetçi Hareket Partisi MHP,2002 Yılında;
Rahmetli Bülent ECEVİT’in Başbakanlığı altında, O’nun Partisi Demokratik Sol Parti DSP ile bir koalisyon hükümetinin içinde bulunuyordu.
MHP’nin Lideri Devlet BAHÇELİ;
Ortada çok önemli bir neden yokken, kendi Teşkilatına da danışmadan, bir erken seçimden bahsetmiş, böylesi bir açıklama sonucunda Türkiye hızla bir seçim ortamına sürüklenmiş, netice itibarıyla da;
Baskın bir erken seçim sonucunda; yeni kurulan ve Recep Tayyip ERDOĞAN’ın Genel Başkanı olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi AKP;
                3 Kasım 2002’’de seçimi kazanıp, iktidara gelmişti.
                Yukarıda da belirttiğim üzere, Devlet BAHÇELİ, 3 Kasım 2002 yılı öncesinden beri , Genel Başkan olarak, MHP’nin başında,
                Recep Tayyip ERDOĞAN’da, 3 Kasım 2002’den bu yana 14 yıldır, iktidarda olan AKP’nin başında ve şimdide, Cumhurbaşkanı.
                Ne Devlet BAHÇELİ’nin, ne de şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın, bulundukları makamdan inmeye hiç niyetleri yok…
                Ve bu şartlar altında Türkiye bu günlere geldi…
                AKP, 14 YILDIR İktidarda ama AKP’yi ve O’nun fiili lideri konumundaki Recep Tayyip ERDOĞAN’ı bu güne kadar;
                Ne zaman zor bir durumda kalsa, hep MHP Lideri Devlet BAHÇELİ kurtardı.
                Dolayısıyla AKP’nin 14 yıldır iktidarda olması ve neticede bu gün, Recep Tayyip ERDOĞAN’ın, Cumhurbaşkanlığı makamına kadar çıkması, sadece Recep Tayyip ERDOĞAN’ın kendi kişisel başarısı değildir…
                Bu konuda dolaylı da olsa, hep, Devlet BAHÇELİ’nin yardım ve desteği vardır…
                Bu gün siyaseten gelinen noktada, AKP ve Recep Tayyip ERDOĞAN, parlatılıp iktidara hazırlanırken, Merkez Sağında bir operasyonla çökertildiği,
                Bunun arkasında Amerika’nın olduğu ve Türkiye’nin bölünme noktasına, bu şekilde geldiği de;
Artık Halkımızın büyük çoğunluğu tarafından  da, kabul edilen ve bilinen bir husustur.,
                Ama son zamanlarda uygulamada başarısızlık ve bazı konularda, kendilerini dinlemediği, asıl maksadının farklı olduğu anlaşılınca da;
                 Amerika’nın Recep Tayyip ERDOĞAN ile ters düşmesi sonucunda, ABD tarafından üstünün çizildiği de, yaşanan çoğu örneklerden anlaşılmaktadır.
                Kiminle ne kadar ilişkisinin olduğu bilinmez ama
                Devlet BAHÇELİ’nin de, yaşanan örneklere dayanarak, O’nun da bir görevli olduğu kanısı, çok yaygın olan, bir başka husustur.
                Devlet BAHÇELİ’nin de,7 Haziran 2015’te yapılan Milletvekili seçiminde;
Ortaya çıkan bir koalisyon Hükümeti kurabilme noktasında, bilerek, ya da bilmeyerek, CHP lideri Kemal KILIÇDAROĞLU gibi, ortaya çıkan fırsatı, değerlendiremediğini görüyoruz.
Ama ben şahsen bu konuda Kemal KILIÇDAROĞLU’nun; Recep Tayyip ERDOĞAN’ın niyetini iyi okuyamadığını ve bu yüzden tuzağa düşürüldüğünü, düşünüyorum.
Neticede 1 Kasım 2015’de,’yapılan bir erken seçim neticesinde AKP, % 50’ye yakın bir oyla, yeniden tek başına iktidar olurken;
MHP ve HDP’nin Milletvekili sayısında bir düşüş yaşanmış,
Hatta MHP; Milletvekili sayısında, HDP’nin de gerisinde kalmıştır.
 Tüm bu gelişmelerin ışığı altında geç de olsa, MHP’de bir rahatsızlık ortaya çıkmış ve mutlaka bir şeyler yapma gereği ile bu günlere gelinmiştir.
Bu gün, Devlet BAHÇELİ’nin MHP’nin başında kaldığı sürece;
                MHP’nin seçim barajı altında kalacağı kanısı, hem MHP tabanında, hem de, Halkımız nezdinde büyük kabul gören, bir husustur.
                Eğer Devlet BAHÇELİ, Muhalifler tarafından alaşağı edilir ve örneğin, Meral AKŞENER, MHP’nin başına geçerse;
MHP seçim barajının altında kalmayacağı gibi; MHP’nin oylarında bir yükselişte sağlayacaktır.
Böylesi bir husus AKP ve özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın seçim kazanma planlarını da olumsuz etkileyeceği korkusuna dayandırılarak;
MHP tabanında, dipten gelen bir dalganın da etkisiyle;
                Meral AKŞENER, Sinan OGAN, Ümit ÖZDAĞ, Koray AYDIN gibi muhaliflerin öncülüğünde başlatılan isyan hareketi nin başarısız olması noktasında;
Yeterince delegenin imzasının olmasına rağmen ve bir Mahkemenin, Atadığı Kayyum heyetinin 15 Mayıs 2016’da, kongre yapılmasına karar verdiği halde;
Bu tarihte, kongre için, Büyük Anadolu Oteli’ne gelmek isteyen, Muhalefet  liderleri , Delegeler ve MHP’li taraftarlar;
Orada hazır bekleyen çok sayıda Polis, bariyerler ve hazır bekletilen tazyikli su sıkma aracı Tomalar ile engellenmeye çalışılmış ve Otele yaklaşmalarına, müsaade edilmemiş,
Ve orada toplanan Muhalifler, bir bildiri yayınlayarak, topluca oradan ayrılmak zorunda kalmışlardır.
Ben burada hukuki süreçle ilgili olarak, detaylara girmek istemiyorum ama
Konu, şu şekilde özetlenebilir:
Kongrenin yapılmasına karar veren bir Mahkemenin kararı;
Başka bir Mahkemenin aldığı, yürütmeyi durdurma kararıyla;
Kongrenin yapılması engellenmeye ve zaman kazanmaya çalışılıyor…
Şimdi soru şu:
BİR Mahkemenin verdiği bir kararı, diğer bir Mahkeme, nasıl bozabilir, ya da, nasıl aksi bir karar verebilir?
Eğer bu gibi konularda, müracaat edileceği bir yer varsa;
Bu da Yargıtay’ın ilgili Daireleri olduğunu, bilmiyorlar mı?...
Neticede, yukarıda vurgulamaya çalıştığım tıkanıklık, yine Yargıtay’ın kararı ile aşılmıştır. Ama gecikmeler yaşanmıştır.
Adalet Bakanı Bekir BOZDAĞ’ın;
Yargı, Siyasi Partilere müdahale etmemeli gibi sözleri; AKP tarafından, Yargı’ya müdahale ediliyor şeklinde, yorumlara neden oldu.
15 Mayıs’ta 2016’’da yapılması gereken MHP kongresi, Polis’inde engellemesi ile yapılamadı ama
19 Haziran’da daha büyük bir katılımla, Tüzük kongresi yapılarak; engel teşkil eden ve sorun yaratan 12 madde değiştirildi.
Ve böylece şimdi, Devlet BAHÇELİ’nin Muhaliflere karşı savurduğu, Partiden atarım anlamına gelen tehditlerin, hava da kaldığını görüyoruz.
Devlet BAHÇELİ, Bayramdan sonra, 10 Temmuz’da, Genel Başkanlık seçiminin de yapılacağını söyledi ama
Bu defasında da, Muhaliflerin kongrede değiştirdikleri 12 Tüzük maddesinin, geçersiz sayılması konusunda;
Başka bir hukuki sürecin başlatıldığı söyleniyor. Sonucu, hep beraber göreceğiz…
Bu akşam ki bir Televizyon haberinde;
YÜKSEK Seçim Kurulu YSK’nın 10 Temmuz 2016’da yapılacak olan Büyük kongrede;
Genel Başkan seçiminin yapılamayacağına, hükmetmiş…
Bu gibi hususlar Demokrasi ile yönetilen ve Hukukun üstünlüğü, tartışılmaz kabul edilen ülkelerde, asla yaşanmaz,,,
Ya ortada, gerekli sayının üstüne çıkıldığı bir Üst kurul delegesinin hazır bulunduğu; Noter tarafından da tescil edilen bir Kongrede;
Değiştirilen tüzük maddeleri, niçin kabul edilmek istenmez?
Allah mı yazdı, bu Tüzüğü ki?...
Belli ki Birileri, durumdan çok rahatsız oluyor!...
Ama ben gelinen bu noktada;
Dipten gelen bu toplumsal hareketi, hiçbir gücün engelleyemeyeceği, kanaatini taşıyorum.
Ama engel yaratmaya devam edenlerin;
Bir şekilde, bu konunun altında kalacaklarını düşünüyorum.
Benşahsen, Devlet BAHÇELİ’nin, Koltuğunu kaybedeceğini düşünüyorum.
MHP de başlayan bu yeni sürecin, Ülkemiz adına hayırlı ve faydalı olmasını dilerim.
20 Haziran 2016 Pazartesi SÖZCÜ Gazetesi;
Burada MHP’deki Kongre ile ilgili bilgileri ve CHP  Yalova Milletvekili Muharrem  İNCE’nin,, başka bir Konuda ki, sözleri ve teşhisini görüyorsunuz…
8-YENİ BİR ANAYASA YAPMAK VE BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇEBİLMEK İÇİN;
BİR ERKEN SEÇİM YAPILMASI,
VE AKP’NİN MİLLETVEKİLİ SAYISINI ARTIRMASI GEREKİYOR…
Yukarıda da, vurgulamaya çalıştığım üzere;
Eğer MHP’nin başından Devlet BAHÇELİ gider ve O’nun yerine bir başkası, örneğin Meral AKŞENER gelirse;
MHP’nin baraj altında kalma riskini ortadan kaldıracağı gibi, yapacağı hamlelerle;
Fazladan çıkaracağı Milletvekili sayısı ile;
HDP seçim barajının altında kalsa bile
AKP’nin seçim planlarını, önemli ölçüde bozar…
Eğer Merkez Sağ’da bir toparlanma olursa;
Türkiye’’nin önü, tamamen açıktır…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’IN YENİ BİR Anayasa yapma ve Başkanlık sistemine geçme gibi çok önemli değişikliklerin yapılabilmesi için, Meclis’ten geçebilmesi için;
400 Milletvekiline ihtiyaç olduğunu;
Recep Tayyip ERDOĞAN, her vesile söyledi ve söylemeye de, devam ediyor.
Ama siyasette MHP kanadında ve Merkez Sağ’da yaşanacak olumlu gelişmeler;
AKP’nin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın planlarını, suya düşürebilir.
Recep Tayyip ERDOĞAN’ın yaptığı bütün Hamlelerin;
Risk alma ve sonuca gitme yöntemlerine dayandığını söyleyebiliriz
Bu İTİBARLA Türkiye’de yaşanan tüm siyasi gelişmelerin, bir amaca yönelik olarak, şekillendirildiğini, şekillendirmeye çalışıldığını da,söyleyebiliriz…
Şimdi tekrar başa dönüyoruz.
Yeni bir Anayasa yapma ve  Başkanlık sistemine  geçilmesi gibi talepler de,Türkiye’nin ihtiyacı değil;
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın ihtiyacıdır.
Sayın ERDOĞAN, bu güne kadar, istediği her şeyi yaptı ama
Yaptığı yanlış işlerden, Anayasa ve Yasa ihlallerinden dolayı da;
Şimdi olmasa bile ileride, sorgulanacağını ve büyük cezalar alacağını da bildiğinden;
Şimdiden, ileri de sorgulanamayacağı, ceza almayacağı, Kendisi için Anayasal ve Yasal güvenceler getiren ve tek belirleyicinin de, kendisi olduğu bir idare sistemini getirmek istiyor.
Ve böylesi bir Düzen;
Gelişmiş Batı devletleri, Amerika ve Fransa’da uygulan şekle de hiç benzemediği, Hukukun üstünlüğünün hakim olmadığından hareketle;
Bunun adına Türk usulü, Başkanlık sistemi deniliyor…
Bundan öncesinde, yine AKP döneminde,Açılım-Saçılım çalışmalarını revaçta olduğu bir süreçte de;
Türkiye’nin hayrına olmayacağı, yeni bir Anayasa yapma dayatmalarıyla karşı karşıya kaldık.
Sözde Akil adamlar görünümü altında, ortaya sürülen Bölücülerin de, bütün çabalarına rağmen, bir sonuç alınamadığından, Türkiye’nin gündeminden, çıkarılmak zorunda kalınmıştı.
Bu gün, yukarıda izah etmeye çalıştığım üzere, başka amaçlarla da kamufle edilerek; Başkanlık sisteminin, Türkiye’ye sağlayacağı ve mutlaka geçmek lazım gibi hususlarda pompalanarak;
Yeni bir Anayasa yapma konusu, yeniden Türkiye’nin gündemine oturtulmaya çalışılıyor.
Geçmişte yaşadığımız, yeni bir Anayasa yapma hamlesinde;
Başta Amerika Birleşik Devletleri ABD gibi bazı emperyal Batılı devletlerin ve İsrail’in çıkarları olduğu ve nihayetinde;
 Türkiye’nin bölünüp-parçalanmasına yol açacak olan eyaletler sistemine geçilmesi, bu maksatla Türkiye’nin Üniter yapısının bozulmaya çalışıldığı,
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal ATATÜRK ve Silah arkadaşları ve Onlar’ın ortaya koyduğu çağdaş kuralların;
Bu konuda engel teşkil ettiğinden hareketle;
Anayasa ve Yasalardan çıkartılmak istendiği günler yaşadık.
Böylesi bir ortamda;
Cumhuriyet İdaresi ve Kazanımlarına, Mustafa Kemal ATATÜRK Ve Silah Arkadaşlarına karşıtlık ortak paydası olan ve 14 yıldan beri, Türkiye’yi idare eden AKP yönetimi ile
 Bu günlere geldik ve sonuç ortada…
9-İDEOLOJİK SAPLANTILARIN ;IŞİD VE PKK GİBİ TERÖR ÖRGÜTLERİ’NİN GELİŞMESİNE,
VE TERÖR FAALİYETLERİNİN ARTMASINA NASIL ETKİ ETMİŞTİR?
YADA BU GİBİ TÖRÖR ÖRGÜTLERİ, NİYE YOK EDİLEMİYOR?...
İşe,eskinin Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN ‘ın sözlerinden bir alıntı ile başlamak istiyorun:
DİNDAR VE KİNDAR BİR GENÇLİK YETİŞTİRMEK!...
Bu konuda 14 yılda, hayli mesafe alındığını, söyleyebiliriz.
Eğer  nsanlar ve özellikle de gençler;
Çalışıp, üretmeye, bir şeyler yapmaya özendirilip, desteklenmezse,
Muzik ve sportif  faaliyetlere yönlendirilmezse,bu gibi faydalı işler yerine;
Kimseye ve Ülkemize de bir faydası olmayan konulara, örneğin;
Mevcut Anayasamızın açık tarifine rağmen;
Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese Türk denir, açık tanımına rağmen;
Türkiye’de şu kadar Etnik gurup var dersen,
Ve Türk ifadesini, Türk Milleti tanımını ağzına almaktan imtina ederken,
Türk vatandaşlığının tanımını, Anayasa’da değiştirmek istersen,
Cumhuriyet idaresi ve Kazanımlarına inanmazsan,
Cumhuriyeti KURAN Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah Arkadaşlarını, Anayasa ve Yasalardan çıkarmaya ve Halkın ve gençlerin gönlünden silmeye çalışırsan,
Devlet Okullarında, ATATÜRK ile ilgili isim ve yazılara bile tahammül edemezsen;
23 HAZİRAN 2016 Perşembe SÖZCÜ Gazetesi’nin haberi
Okullardan andımızı kaldırırsanız;
Böylesi bir ortamda ve böylesi bir Eğitim kadrosu ile
Kaliteli bir Eğitim-Öğretim nasıl yapabilirsiniz?
BÖYLESİ BİR ORTAMDA YETİŞEN ÖĞRENCİLERDEN, Ülkemiz adına büyük işlrin yapılabileceği öğrenciler yetiştirileceğine, nasıl inanırsınız?
Ne mutlu Türküm Diyene ifadesini, dağlardan, taşlardan silmeye kalkarsanız;
T.C ifadesini, Resmi dairelerin tabelasından silerseniz,,
 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs ATATÜRK’ü Anma, Gençlik ve Spor bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gibi, milli Bayramlarımızı kutlamayı yasaklarsanız, ya da şeklen kutlamaya dönüştürürseniz,
ATATÜRK anıtlarına, bu vesile ile çelenk konulmasını, saygı duruşunda bulunulmasını yasaklarsanız,
ATATÜRK Heykel ve Büstlerini kıranlara ses çıkarmazsanız, ya da bulup, gereken cezayı vermezseniz;
İşte o zaman Dinci kesiminden gençler; Irak-Şam-İslam Devleti IŞİD Militanı olarak,
İnsanların kafasını, kolunu kesip, onları katleden bir insan kasabı olmalarına yönlendirebilirsiniz.
Ya da, Ayrılıkçı olmaya temayül insanların ve gençlerin;
           Kendilerini ayrı bir Irktan geliyormuş sanıp, ayrı bir Devlet kurma hayallerine kapılmalarına, Yabancı devlet ajanlarının da kışkırtmasıyla, bölücü terör örgütü PKK’nın ya da başka terör
gruplarının tuzağına düşüp, Türk’e ve Türkiye’ye düşman hale gelmelerine vesile olursanız;
Böylece Askerimize kurşun sıkan, Vatandaşlarımızın ve kendi Halkının da, mal ve canına, genç, yaşlı ve çocuk demeden kast eden;
Canavar ruhlu insanların yetişmesine, vesile olmuş olursunuz…
Ve gelinen noktada, hep acı ve gözyaşı olur,
Analarda ağlar, babalarda bağırır…
Ve Ülkemiz de, modern ve örnek bir ülke olmaktan çıkar ve tipik bir orta Doğu devleti görünümü alır…

21 Haziran 2016 Salı, SÖZCÜ Gazetesi

Eğer böyle giderse bir gün, Ülkemiz adına savaşıp ölmeyi göze alan, asker bulmakta zorlanacağız.
Ya da, her geçen gün Askerlerin horlandığı, aşağılanıp, hapse atıldığı gibi sebeplerden dolayı;
AKP döneminde, Askeri Liselere kayıt yaptıran öğrencilerin sayılarında, bir düşüş yaşandığını gözlemliyoruz.
Bu hususta,Ülkemizin geleceği adına, endişe verici bir konudur.
Ve böylesi bir durum ancak;
Türkiye üzerinde emelleri olan, emperyalist devletlerin işine yarar…
Saygılarımla, 28 Haziran 2016 Salı
                                                                     Makine Yüksek Mühendisi Ahmet YALVAÇ
                                           Enerji Uzmanı - Gazeteci  Yazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder